13 Eki 2018
Kardelen Uysal

Ahmet Jundi: Duygularımız bir ve tek

 

“Troyanın surlarını yıkamam
Şehrin kadınlarını dul
Çocuklarını yetim bırakamam
diyor Agememnon

Roma’yı yakamam
Onun kalesini yükselteceğim
diyor Neron’da

Büyük İskender,
Ben dünyayı istilâ edemem
Dünyaya çam ağaçlarıyla donatacağım.

derken, Hitler ekliyor:
Ben dünyayı yıkamam
Onu oyuncaklarla dolduracağım.” 

 

Fotoğraf: Kazım Kızıl

Ahmet Jundi, İzmir’de yaşayan Suriyeli bir şair. Grafiker olarak çalışıyor. Gördüğünüz anda kanınızın ısınacağı iki çok tatlı çocuğu, çok yetenekli ressam ve heykeltıraş bir eşi var. Aslında kendisi avukat olacakmış ancak 3. sınıftayken okuldan atılmış. Qamışlo olaylarından sonra okulda okuyan pek çok insan okuldan atılmış.

Jundi’nin Belirsizlik adlı bir şiir kitabı var. Jundi; şiir kitabında özlem, barış gibi konuları işliyor. Toplamda 26 şiiri var ve yakında Türkçesi de raflarda yerini alacak.
Ayrıca bu röportajın çevirisini Yusuf Ak yaptı. Ona da buradan çok teşekkür ederim.

 

Şiire ilk olarak nasıl başladığınızı anlatır mısınız?
İnanın şiire ne zaman başladığımı bilmiyorum. Hatta şair olup olmadığımı da bilmiyorum. Bunun hükmünü verecek olan kişi ben değil, okurlarımdır. Şiir elle tutulacak, somut bir şey değil, şiir hissetmektir. Yani kimisi beğenir kimisi de beğenmeyebilir. Ben yüreğimde filizlenen duyguları açığa çıkarmak adına yazıya dökmekteyim lakin yine de kendimi şair diye tanımlayamam. Bunu ancak sen diyebilirsin, Kazım (Kızıl) diyebilir, başkaları şair olduğumu söyleyebilir.

 

Şiir sizin için yemek yemek kadar mühim bir şey olasa gerek. Şiir sizin için ne anlam ifade ediyor?

Şiir yemek, içmek yani şiir her şey kadar mühim bir şey. Ben aç veya susuz olduğumu belirleyemem fakat açlığımı yemek, susuzluğumu da suyla doyurabilirim. Muhabbeti çayla koyulaştırabiliriz, şiir de böyle bir şey. Kendimi hazırlayıp kalemi elime alıp bir şiir yazayım diyemem çünkü kendiliğinden gelişen birincil bir ihtiyaç bu. Bazen otobüse bindiğimde bir bakıyorum ki bir şiir kafamda dönüp duruyor. Ne kadar da başımı çevirsem şiirin dizeleri kafama üşüşüp duruyor. Buna karşılık eve gidip kafamda dönüp duran şiiri yazıya döküyorum.


Ülkede yaşanan savaş ortamının şiir yazmanıza etkisi nasıl oldu? Bunun sormamın sebebi ise şiirlerinizi okuduğumuzda özlem, hasret, savaş gibi dizelerle çokça karşılaşmamız.

Evet, tespitlerinizde haklısınız. İnsan haliyle etrafında yaşananlara seyirci kalamıyor. Ben Suriye’deyken yoğunluklu olarak aşkı, bunun dışavurumunu şiirlerime konu ediyordum. Fakat Suriye savaşı başladıktan ve İzmir’e göç ettikten sonra şiirlerimde sıla, barış, kardeşlik, umut konularını işlemeye başladım. Benim, ailemin, halkımın, kardeşlerimin çektiği elem ve acıyı söze döküp defterime yazmaya başladım yani dilim döndüğünce insanlara etki eden her türlü konuyu yazmaya çalışıyorum.


Şiirlerinize baktığımızda mitolojinin esintilerini görmekteyiz. Mitolojiyle tanışmanız ve buna şiirinizde yer verme sürecini anlatır mısınız?

Gerçekten de mitolojiden çokça etkilendiğimi söyleyebilirim. Küçüklüğümde İlyada, Odysseia destanlarını okumaktaydım. Yunan destanları çok dolu ve doyurucu. Her şeyimi bunun üzerine kuruyorum. Eski fikirleri bugünkü fikirlerle karşılaştırdığımda bana daha temiz görünüyor. Mesela Gılgamış Destanı’na bakıyorum, başından sonuna kadar dopdolu ve doyurucu geliyor. Yani dört dörtlük, eksiksiz diyebilirim. Tabii ki insan kusursuz bir varlık değildir fakat şu anda bende oluşan duygu, dolu ve doyurucu. Mitolojinin etkisine gelirsek, şu anda bile hayatımız mitolojiden bağımsız değil. Etrafımda olup bitenleri söze dökmem gerekiyor. Peki bunu nasıl dökeceğim? Altyapısını mitolojik öğelerle güçlendirerek kendimi gösterebilir, kanıtlayabilirim.

 

 

Yazmak sizin içinizdeki çatışmalardan, duygulardan, çelişkilerden nasıl etkileniyor?
Dünyada yaşanan her şey birbiriyle hep ilintilidir mesela daha geçen asır dünyada iki cihan harbi yaşandı fakat 1. ve 2. Cihan harpleri birbirlerinden bağımsızdır tezi kesinlikle doğru değildir. 1. Dünya Savaşı’nın sonucu 2. Dünya Savaşı’na yol açmıştır. Aynı şekilde diktatörlerin ismi ve cismi değişip dönüşse de sistem yine aynı şekilde devam etmekte. 2 bin yıl önce yaşamış Agamenon, 73 yıl önce yaşamış Hitler, daha 15 yıl öncesinde yaşamış Saddam ve şu anda hayatta olan Esad farklı dönemlerde hüküm sürse de bu durum diktatör olmadıklarını değiştirmez. Bundan hareketle kabilden bu güne isimler değişse de diktatörlükleri, insana duruşları hiç değişmemiştir. Hepsi de birbirinden beslenir. Şunu da kesin bir dille belirtmem gerekir ki hiçbir diktatör benim dostum olamaz. Bilakis kandan, katliamdan beslenen herkes benim düşmanımdır. Bunların hepsi dünya barışına, özgür yaşama karşıydılar. Senin soruna da gelirsek bu evrensel bakış açım şiirlerimde de geçerli. Doğrusu ve yanlışıyla aynı ve tek bir dünyada yaşamaktayız. Hiçbir şey de birbirinden bağımsız değildir. Buna örnek vermek gerekirse bizler keyiflendiğimizde güler, öfkelendiğimizde kızar, üzüldüğümüzde de ağlamaktayızdır. Çok normal bir şey. Sadece bunu ifade etme tarzımız değişmekte. Mesela sen Türkçe ben Kürtçe veya Arapça konuşup yazmaktayız. Lakin coşku ve üzüntümüz, duygularımız bir ve tek. Yani soruyu nihayete erdirmek gerekirse ben de bu dünyada yaşamaktayım ve haliyle şiirlerimde işlediğim duygular ile tüm dünyayı kucaklıyorum. Benim fikrim tüm insanların evrensel bir bakış açısıyla bakmasından yana çünkü dünyamız bir. Umuyorum ki cevabım sizleri tatmin etmiştir.

 

Peki Suriye’yle ilgili en çok neleri özlüyorsunuz?
Herkes gibi ben de doğduğum, büyüdüğüm yeri özlemekteyim. Benim şehrim Amuda, küçük bir köy görünümünd ama orada yaşanmışlıklarım var. Anılarım gizli. Ben orada olmasam da tüm anılarım hafızamda halen capcanlı ve bununla yaşamaktayım. Mahalleleri, sokakları, caddeleri, tüm çıplaklığıyla gözümde canlanmakta. Aynı şekilde senin de İzmir’e karşı duyguların benden fazladır. Bu içerisinde bulunduğumuz memleket ile bağlantılı. Ülkem taşından toprağına her yönüyle gözümde tütüyor. Zaten bu duygular olmazsa memleketin bir anlamı kalmazdı.


Sığınmacı olmak nasıl hissettiriyor? Bunu insanlara nasıl anlatmak istersiniz?
İnsanı daha da güçsüz kılmakta. Aynı şekilde ben de kendimi güçsüz görmekteyim. Mültecilik adına tüm hukuki düzenlemelerde, toplumsal normda pek kabul görmüyorsun. İkinci sınıf bir kimse olarak görülüyorsun. Ben şu ana kadar İzmir’de ırkçılığa uğramadım. Lakin özellikle Suriyelilere yönelik ırkçılık haberleriyle çokça karşılaşmaktayım. Kimileri dilinde ırkçı olmasa da bunu gözlerinde hissetmekteyim. Bize karşı acıma duygusu içerisindeler. Neden memleketi bıraktın? Bak buraya gelip daha da yoksul yaşamaktasın? Neden savaşmadınız gibi aşşağlayıcı ifadelerle çokça karşılaşmaktayım. Bir kimse kendini ne kadar maskelese de gözlerindeki bakış ona ırkçılık kimliği kazandırmakta. Bunu sen fark edememiş olabilirsin. Gerçekten de en kötü şey mülteci olmanın kendisi.

 

Mültecilere, mültecilik meselesine ön yargıyla yaklaşan kimselere ne söylemek istersiniz?

Ön yargı derken?

 

Mesela Türkiye’de mültecilere karşı olumsuz bir tavır gelişebiliyor. Bu tavra yönelik söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Bunu bir misal ile cevaplandırmak isterim. Daha 15 gün önce bir trafik kazası yaşanıyor. Suriye’den göç etmiş bir kişi ile Türkiye’de yaşayan birinin arabası çarpışıyor fakat bunun halka yansıması olumsuz. Suriyeli bir kişinin aracı bir Türk’ün aracına çarptı şeklinde servis ediliyor. Yani haklı da olsan Suriyeli olmandan ötürü haksız görülüyorsun. Ayrıca Suriyeliler’in gelişiyle trafik kazalarının artışı arasında bir ilişkilendirilme kurulmaya çalışılıyor. Bu haberi iş yerimde duyunca kendimi tutamayıp güldüm. Yani bizler Türkiye’ye gelmeden önce hiç trafik kazası olmuyor muydu? Güldüm çünkü normal bir trafik kazası iki kimse arasında yaşandı şeklinde değil de bir Suriyeli ile bir Türkiyeli çarpıştı diye sunuluyor. Aynı şekilde, tecavüz vakasında da tüm Suriyeliler töhmet altında bırakılıyor fakat şunun eleştirisini de vermek gerekir ki bu durum sadece Türkiye’de yaşanmamakta. Savaş öncesi Suriye’de bir olay yaşandığında ülkemize göç etmiş Filistinliler ve Iraklılar töhmet altında bırakılıyordu. Bundan dolayı da kimseyi suçlamıyorum çünkü bu yaklaşım kültürümüzün bir parçası haline geldi. Çok normal karşılıyorum.

 

 

 

Biraz yeni kitabınızdan söz edelim. Kitabın konusu, ne zaman Türkçeye çevrileceği ve hangi yayıneviyle anlaştığınızdan söz edebilir misiniz?

Kitabımın Türkçe adı Belirsizlik. Orijinali Arapçası Kil Yayınları’ndan çıktı. Kısmetse kitabın Türkçesi 6 ay sonra çıkacak. İstanbul’daki kitap fuarına yetiştirmeye çalışıyoruz. Kitabın Türkçesi yine aynı yayınevinden çıkacak. Şu an itibariyle 100’den fazla kitap basıldı bile. Okuduğunuzda umarım ki beğenirsiniz.

 

Türkiye’de sevdiğiniz şairler var mı?

Nazım Hikmet’i seviyorum. Can Yücel’i küfürbaz haliyle seviyorum. Yaşayan şairlerden Ahmet Telli, Ataol Behramoğlu’nu seviyorum. Behramoğlu’nun son kitabını beğeniyle okudum.