17 Haz 2018
Kardelen Uysal

Alper Bıçaklıoğlu ile Hayata ve Sanata Dair

Soruları, sorgulamaları, yanıtları, yöntemleri, çözümleri ve anlattıklarıyla insana yeni kapılar açabilen Alper Bıçaklıoğlu oldukça üretken bir ressam ve graffiti sanatçısı. Esinlenebileceğiniz bir yaşam tarzı, hayat görüşü var. Ömrümde tanıdığım en naif ve yetenekli insanlardan biri olan Alper, bu aralar Adnan Kahveci viyadüğünde "Mural" projesini gerçekleştiriyor. Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa gerçekleştirilen proje yakında bitecek. Biz de bu vesileyle hem yeni projesini hem de merak ettiğimiz diğer konuları konuştuk.  

 

 
 

Otomorfoz adlı serginde dünyanın insana, insanın zamana olan yenilgisini tuvale yansıttın.  Zamana nasıl yenildiğimiz aşikar. Peki dünya insana hangi yollarla yeniliyor sence? 

Aslında dünya insanı yeniyor. Dünya yaşlanıyor ama bizim yapıtlarımız ve yaptıklarımızla dünya yenilmeye başlıyor. Dünyayı ele geçiriyoruz. İnsan sürekli çoğalıyor, çoğalıyor, çoğalıyor, gelişiyor. Bu gelişim artık önü ardı kesilmeyen bir şeye dönüşüyor. Bunun dünyayı yorduğunu, yaşlandırdığını düşünüyorum. Gelişimin bu kadar gerekli olmadığını düşünüyorum. Gelişimin önünü kesemezsin ancak kontrol edebilirsin.  Kontrollü bir gelişim olabilirdi, neden olmadı bunu sorguluyorum Otomorfoz’da 

İnsana birden çok fazla şey yükleniyor ve bunlara hakim değiliz. Geç sindirebiliyoruz, network'u çok sindirebildiğimizi düşünmüyorum. Daha yeni yeni sindirebiliyoruz.  

 
 

Yine Otomorfoz’da insanların tüketip kullanmaktan vazgeçtiği malzemeleri kullandın. Bu dünyanın insana olan yenilgisine dair bir yara bandı olarak görülebilir mi? 

Olabilir çünkü ben sergiye hazırlık süresince gece çöpe çıkardım. Atölyemden, evimden çıkıp çöpleri gezerdim, ne atılmış diye bakardım. Onları alıp bir şeye dönüştürmeyi, bir şeylerle birleştirmeyi tercih ettim. Bu süreç geri dönüşümle başladı, böyle devam etmesini istedim. Serginin adı zaten Otomorfoz, İnanç Avadit ile benim bulduğum bir isim. Boyanın dışındaki tüm malzememi sokaktan topladım.  

 

 

İnteraktif bir sergiydi. İnsanların bir eylemi sonucunda tepki veren işler vardı sergide. Mesela yine bir gece çöpten bisiklet çarkları bulmuştum, kırık zincir bulmuştum. Bisiklet çarklarını modellediğim insan kafatası ile birleştirdim. Zinciri de çarklara taktım, bir yerde kolu vardı. Kolu çevirdiğinde heykel kendi ekseninde dönmeye başlıyordu ama bu insanın eylemi ile olacak bir hareketti. Sergi süresince kimler bunu yapacak diye baktım, 3-4 kişi dokunmuştur herhalde. 

 
 

Sanat eserine dokunabilecekleri bilgisine sahipler miydi?  

Evet bu bilgiye sahiplerdi. Sanat eserleri söz konusu olduğunda bir dokunulmazlık söz konusu. Sanat eseri ile izleyici arasında her zaman bir sınır var. Aslında ilk sergimde ben bunu kaldırmak istedim. İnsanların yaptığım işlerle bir etkileşim halinde olmalarını istedim.  

 
 

Peki Otomorfoz’daki eserler çöpten bulduklarınla mı şekillendi yoksa sen nelere ihtiyacın varsa çöplerde onu mu aradın? 

Çöpte bulduklarıma göre iş yaptım ben aslında. Zaten sanatçı dediğimiz bir aracı aslında, bir ara malzeme. Sen onu düzenleyensin aslında. Sanat zaten kendi kendini var edebiliyor. O fırçayı kaldıracak ya bir mekanizma ya da bir insan olmalı. Fırçayı, boyayı kaldıran bir elim ben aslında. Fikri düşünen bir beyinim. Bir resim sizinle konuşur. Ne isteyip istemediğini söyler sanatçıya. "Bana sarı ekle, üzerime gelme bittim ben artık" der aslında resim.  

 

 
 

Boşluk Korkusu adlı serginde, vanitas (boşluk) sanat akımından ilham aldığını belirtmişsin. Günümüz insanının saplantılarını ve bu korkuyu ötelemenin yollarını arayan düzeni sorgulamayı da amaçladığını belirtmişsin. Sen bu korkuyu ötelemeye çalışıyor musun? Çalışıyorsan senin yöntemin nedir? 

Korkuyu ötelemeye çalışıyorum. Ölüm, bir gün içinde birkaç saat boyunca düşündüğüm bir olgu. Bu beni kamçılıyor. Belli bir süre burada (bu dünyada) olduğumu biliyorum ve daha çok üretmek istiyorum.  

Korkuyu ise üreterek, atölyeye girip çalışarak öteliyorum. Ya kağıt kalem ile buluşuyorum ya atölyeye giriyorum. O var ettiğim şey beni sanki biraz ölümsüzleştiriyor gibi hissediyorum. Üretken insanların hepsi ölümsüz aslında.  

 

Kitapları birer sanat eserine dönüştürerek onlara yeni birer kimlik kazandırdın. Sence insanlar da nesneler gibi yeni kimlikler kazanabilir mi veya zaman içinde zaten yeni kimlikler kazanıyor muyuz? 

Kazanabilir. Zaman zaman insan değişir zaten. Topluma göre de şekillenebiliyoruz, tamamen protest bir tavır içerisinde içeriden de şekillenebiliyoruz ama toplumla birlikte, dayattıklarıyla daha sivrilebilir aslında.  

 

Gelişen teknoloji ile beraber artık robotlar da resim yapabiliyor, senaryo yazabiliyor hatta beste yapabiliyor. Bir sanatçı olarak bu konu hakkındaki görüşlerin neler? Sence robotların sanatı, insanların sanat anlayışını ve sanatı nasıl etkileyecek? 

Çok ciddi yeni sanat dalları, yeni akımlar yaratabilir. Çok uzun yıllardan beri insanlar boya ve fırça ile olan resimleri görüyorlar. İnsanlar bence doydu artık. Contemporary Art diye bir kavram var mesela, gidip gezdiğinizde fuarları anlamlandıramadığınız bir sürü eserle karşılaşıyorsunuz. Her yıl anlamlandıramadığım, adını koyamadığım pek çok eserle karşılaşıyorum. Eserin sahibi bana anlattığında yine bir boşluk kalıyor. Bence bu birazcık arz taleple ilgili bir konu gibi geliyor. İnsanlar artık şaşırmak istiyorlar. Günümüzde alışagelmiş resim formu insanları artık şaşırtmıyor. Robotlar çok ciddi bir veriye sahip. İnsandan çok çok daha hızlı düşünebiliyor, üretebiliyor, var edebiliyor. Mesela bir tane robot yapmışlar, saniyede on bin tane parçayı alıp bir yere götürebiliyor. 

 
 

 

Tuval yerine şehrin büyük duvarlarını kullanmak nasıl hissettiriyor? Hangisi daha özgür bir alan ve sen hangisinden daha çok keyif alıyorsun? 

Büyük yüzeylere çalışmak çok keyifli. Sınırsız olan alanlarda çalışmak her zaman daha çekici. Duvarlarda özgürce çalışabilmek ilk tercihim. Bir sergi hazırlarken de belli bir konu üzerinde ilerliyorsunuz ve ister istemez ya galeriniz ya da sizin koleksiyoner kitleniz bir-iki tane pilot iş görmek istiyor. Bu aslında gizli bir sipariş. Galeri sanatçılığının ben o kadar özgür olduğunu düşünmüyorum. Galeri sanatçılığı, sanatçıyı daha çok kısıtlıyor olabilir ama duvarlarda çalışmak her zaman için daha özgürdür. Graffitiyi herkes görebiliyor bu yüzden herkese hitap ediyor, kesinlikle aristokrat bir kesim gözetmiyor. Belli bir süresi yok, satın alınamaz, görmek için para ödemek gerekmez. O eser kimsenin değildir, sokağa bırakılmıştır artık. Bence en büyük, en güzel galeri sokaktır. 

 
 Son çalışmandan biraz bahseder misin?  

Büyükşehir Belediyesi ile çalıştığımız, Kentsel Tasarım ve Kent Estetiği Müdürü olan Hasibe Velioğlu ile oluşturduğumuz bir proje "Mural". Adnan Kahveci viyadüğü, çocuk parkı olan bir alan. Çocuk parkını aslında biraz daha renklendiriyoruz. Doodle figürler dediğimiz figür karakterler var. Süt kutuları, bulutlar, güneş gibi… Bildiğimiz formların sterilize edilmiş, çocuklaştırılmış halleri. Bu figürlerle viyadüğü komple boyuyoruz. Rüzgara göre şekil alıyoruz, rüzgara göre çalışıyoruz ancak çok keyifli geçiyor. Bu sabah çalışırken sabah koşusuna çıkan iki insan geldi yanımıza. Telefonlarından Facebook hesaplarını açıp gösterdiler. Bizim yapmakta olduğumuz işin önünde fotoğraf çekilmişler. “Sizin yaptığınız işle başlıyoruz güne.” dediler, çok sevindik. Ayrıca halk da bizim yaptığımız işi koruyor bu da bizim için çok sevindirici. 

İklim Topaloğlu'na ve Damla Aslan Akboy’a projedeki destekleri için teşekkür ederim.