"Gördüğümü çekiyorum, baktığımı değil."

Gülten TARANÇ 1990 İzmir doğumlusun. Film çekiyorsun, bunları biliyoruz ve merak ediyoruz. Hepsini konuşacağız. İlk olarak eğitiminden, neden bu alanı seçtiğinden bahseder misin?
 
Benim pek seçim şansım yoktu aslında! (gülüyor.) Ya müzisyen olacaktım ya sinemacı. Annem Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuvarı'nda profesör. Berrak Taranç. Babam ise Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yar. Doç. Dr. Ragıp Taranç. İlgim büyüdüğüm çevre ve aileden geliyor yani. Aslında opera okumak istiyordum. Fakat operanın Türkiye'de nereye gittiğini öngörebilen ailem buna müsade etmedi. Bu kulağa umutsuz, karamsar bir yorum gibi gelebilir. Fakat durum malum... Sonrasında, 2008 yılında Rotary Exchange Programı ile Meksika'ya değişim öğrencisi olarak gittim. Meksika'da latin dansları okudum ve İspanyolca öğrendim. İlginç bir deneyimdi. 2009 senesinde Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Film Tasarımı ve Yönetmenliği'ne başladım.

Kaynak: Sinematürk

Babanla aynı okuldaydın yani. Derslerine girdi mi? Nasıl bir deneyimdi? Artıları, eksileri nelerdi?
 
Genel olarak zordu diyebilirim. 'Ragıp hocanın kızı' sıfatından kurtulmak; 'Gülten Taranç' olmak, okuldan itibaren başladı. Babanın gölgesinden kurtulmak zordur. Ama ben ne okulda, ne dışarıda "Ben Ragıp Taranç'ın kızıyım" diye dolaşmadığım için sıkıntı duymadım. Bunun dışında beklenti büyük oldu hep. Fakat bu aynı zamanda, güçlü bir motivasyon oldu benim için. 
 
Okul öncesi de var senin için ...
 
Evet öyle. Dokuz yaşımda fotoğraf çekmeye başladım. O yaşlarda sinemaya yöneleceğim belli olmuş aslında... Çünkü gördüğünü çekiyorsun, baktığını değil. İlk kameramı elime aldığımda 16 yaşımdaydım. Üzerine okulu da tamamladım ve gördüğüm şeyleri gösterme, paylaşma ihtiyacı hissettim. Her şey kısa filmle başladı. 9-10 tane kısa film çektim.
 
Filmlerinin hikayelerinde ne var? Biçim ve içerik açısından saptadığın bir konun, teman var mı?
 
Evet var. İlk filmim Pembe Mariachi'den bu yana; kadın ve kadının dönüşümünü anlatıyorum. Bu yüzden kadını bir obje, meta ve ikinci planda körelmeye bırakan, melodram sinemasına tepki olarak bir sinema yapmaya çalışıyorum. Kadın temasını ilk başlarda içgüdüsel olarak işliyordum.  Kadın dünyasına bakış açımı anlattığım filmlerimi izleyen bir kaç insan, benim feminist olduğumu söylediler... Tabi bu çok normal bir durum benim için, baskın karakterde bir anne modelim vardı hep hayatımda. Büyüdüğüm ev feminist, anaerkil bir evdir desem yanlış olmaz. Babaannem evde tanrıçadır diyebilirim. (Gülüyor.)
 
Bir çok yaratıcı/yönetmen gibi sen de kendini anlatarak mı başladın? Yani izlediğimiz kadınlarda Gülten Taranç var mı?ıçalışmaların olmuş. Tiyatro ile sinemanın farkı ne?
 
Ben ilk filmimi çekmeye 20 kişilik bir ekiple başladım. İçlerinde sanat yönetmeninden dramaturguna kadar vardı. Çünkü ilk iki senaryomu kendim yazıp, eksiklerimi görüp, tecrübe ettim. Tiyatrocularla çalışmaya başladım. İki sanat dalının farkı temiz bir iş yapmanızı sağlıyor aslında. Şöyle ki; tiyatro soyut bir sanat dalı, seyirci tiyatroya inanmaya geliyor. Örneğin dekoru düşünün, seyirci dekorun üzerine 'ev' yazınca sorgusuz sualsiz buna inanıyor. Sinema böyle değil... Biz evi ev yapan her şeyi, çay kaşığına kadar göstererek, bir gerçeklik yakalamaya çalışıyoruz. Bir atmosfer yaratıyoruz. Bu atmosfer yaratımı senarist ve dramaturglarla sağlandığında, daha samimi daha gerçek bir film oluyor. Çok temel bir ayrımı var aslında. Sinema gösteriyor, tiyatro anlatıyor. Ben de gösterdiğimi iyi anlatmak istiyorum.
 
Sinema kolektif bir sanat dalı ama filmlerinin sadece sana ait olan kısmı, kısımları var mı?
 
İdeolojim. Bütün filmlerim ideolojim ve dünya görüşümün etrafında şekilleniyor. Bu sebeple çalışma arkadaşlarımla da aynı düşünceden, fikirden yana oluyoruz çoğu zaman. (Gülüyor.)
 
Ne tür bir sinema yapıyorsun?
 
Katharsis sağlayan bir sinema yapmaya çalışıyorum. Hayatın gerçek ritmini yakalayabilen, inişleri çıkışları olan bir sinema... Film 'mutlu son' 'la  bitse dahi, seyirciyi bir şeyleri gözden geçirmeye, bazı gerçekleriyle yüzleştirmeye çalışıyorum.
 

"Kadın konusu, politiktir."

Kaynak: Buyuktorbali
 
Hali hazırda internetten rahatlıkla ulaşabileceğimiz kısa filmlerin var. Örneğin; Consensus Bunun dışında son olarak; Yağmurlarda Yıkansam adlı uzun metraj filmin mevcut. Bize bu iki işinden biraz bahseder misin? 
 
Consensus, kadın dayanışmasını ele alan bir film. Bir dikim evinde çalışan kadınların, patronlarına karşı takındıkları tutum ve sonuçları anlatılıyor. Finalde seyirciyi rahatlatan bir intikam senaryosu patlak veriyor... Yağmurlarda Yıkansam ise fazlasıyla özdeşlik kurduğum bir film. Kendimden çok şey kattım. Filmimi satamadığım için fazla detay veremiyorum.
 
Uzun metraj filmini neden İstanbul'da değil de İzmir'de çektin?
 
Sinema sektörü artık herkesin de bildiği üzere; oldukça dar kalıplara sokulmuş ve ne yazık ki oturmuş bir sistemde. İstanbul'da mutsuz olacaktım, bunu bir iki deneyim sonrasında hemen anladım. Oralar bana göre değil (Gülüyor.) Nihayetinde İzmir'e geri döndüm ve kurduğum şirketle, kendi imkanlarım dahilinde uzun metraj çektim. Burada sorulması gereken şu; biz yeni bir jenerasyonuz ve sinemaya dair bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Sektöre girmeye, kaliteli iş çıkartmaya çabalıyoruz. Buraya kadar çok güzel... Peki ben neden İstanbul'da bu işi daha rahat yapamıyorum? ... İzmir'de de pek çok sorunla karşılaşmama rağmen üstesinden geldiğime inanıyorum. Aslında sanatçının nerede olduğunun bir önemi yok, yeter ki 'iyi' iş yapsın, üretecek imkanları yaratsın.

 
 
Yağmurlarda Yıkansam filmi için ne yapmayı düşünüyorsun? Başka film çekecek misin?
 
Kendi imkanlarımla iki-üç gösterimde bulundum.Türkiye'de başka hiç bir yerde gösterecek yer bulamıyorum. Yurt dışında büyük ilgi gördü. Festivallere katıldı. Hiç aklıma gelmezdi bu kadar güzel tepkiler alacağım. (Gülüyor.) Şuan şirketimi bu filmimin 'DonKişot'luğunu yaparak ayakta tutmaya çalışıyorum. Bundan sonraki filmim, Kayıplar Kasabası yüksek ihtimal, bir balkan ülkesinde çekeceğim.
 
Sence neden yurt dışından büyük ve güzel tepkiler aldın?
 
Kadın konusu dünyanın her yerinde sıkça işlenen bir konu. Yurt dışında politik filmler de ilgi görüyor. Kadına takınılan tutum. Politik olan da bu. Ben de dolayısıyla 'kadın' ı anlatırken politik bir sinemaya kayıyorum. Türkiye için de geçerli...  Yani bu devirde bir kadın şort giyiyor diye otobüste tekmeleniyor ve kimse o kadına yardım etmiyorsa bu politiktir. (Sinirden gülüyor) Bunun dışında oryantalist bir bakış açısı için kendimi zorlamadım. Aksine yakalamaya çalıştığım şey doğallık, gerçeklik ve samimiyetti.
 

"Görmezden gelinen kadınlar..."

 
Film müziklerin çok etkileyici. Kimle, kimlerle çalışıyorsun, nelere dikkat ediyorsun?
 
Annemle çok didişiriz bu konuda. (Gülüyor.) Bir çok filmimin müziğini annem yaptı. Yağmurlarda Yıkansam'ın müziklerini kendim yaptım ama... Dikkat ettiğim şey ise müziğin, oyunculuğun önüne geçmemesi. Kendi üslubumca bir denge sağlamaya çalışıyorum.
 
Eleştirilere nasıl bakıyorsun bir yönetmen olarak?
 
Eleştiriler benim için çok kıymetli. Beni en sertte babam eleştirir. Eleştiriye çok açık bir insanım yani! (Gülüyor.) Filmleri, kendim izleyeyim diye yapmadım sonuçta.
 
Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
 
Kadınları anlattığım işlerime, sahip çıkması gereken yine kadınlar. Biz kadınlar birbirimize sahip çıkmalıyız. Yani şu çok ironik; görmezden gelinen kadınları anlatırken, yine görmezden gelinmek.... (Gülüyor.)  Gerçi şu son dönemlerde kadın erkek fark etmeksizin birbirimize sahip çıkmalıyız. Anlattıklarım hepimizin sesi.

Bonus: