25 Ara 2018
Sinan Keskin

Heykeltıraş Cahit Koççoban: "Doğa İstiyor Ben Yapıyorum"

 

Fotoğrafta Cahit Koççoban sol elinde bir çay bardağı tutarak konuşmakta. 

Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz Köyünde sazını göğe uzatmış Pir Sultan Abdal anıtını bilmiyorsanız eğer muhtemelen İzmir’den Seferihisar’a giderken yol üstünde Yelki köyü girişinde, sizi buyur eden kadınları görmüşsünüzdür. Ya da Sığacık kavşağında, sepetinde mandalinalarla ‘işte burası Seferihisar’ diyen, sırt sırta vermiş iki kadının heykeliyle karşılaşmışsınızdır mutlaka. İşte tüm bu şaheserleri yaşamımızın bir parçası haline getiren büyük usta Heykeltıraş Cahit Koççoban ya da bir başka deyişle Seferihisar’ın Cahit hocası ile Teos Yazarlar Evi’nde buluştuk. 

Seferihisar’ın daha pek çok yerinde Cahit hocadan izlere rastlayabilirsiniz. Cahit hoca, Seferihisar’dan aldığımı ona geri veriyorum diyor. Doğa ona ne yapacağını, nasıl yapacağını söylüyormuş. Seferihisar’ın denizi kumu, dağı taşı, börtüsü böceği, zeytini, mandalinası söylemiş, o da yapmış. Picasso’ya sormuşlar, burada niye bu rengi kullandınız diye, “ben seçmedim, resim öyle istedi” demiş ya, işte o hesap. Cahit hoca da, bir heykeli tasarlarken mekânla konuşuyor, çevreyi dinliyormuş. Burası ne istiyor, onu anlamaya çalışıyormuş. Yine de bir ihtiyat payı bırakıyor, “Bazen anlamamış, yanlış anlamış da olabilirim” diyor.

Cahit hocam Seferihisar’a yolunuz nasıl düştü?
Ankara’da müze müdürlüğünde dekoratör olarak çaılışıyordum. Kurumda memur örgütlenmesini başlatınca 1979 yılında İzmir’e gönderdiler beni. İzmir’e geldikten sonra da bir daha dönmedim. Danıştay kararıyla kaldım burada.

 

Fotoğrafta sanatçı sağdaki heykele dayanarak poz veriyor.

 

Sanırım sizi en çok Pir Sultan Abdal heykelinden tanıyorlar. Heykelin hikayesini anlatır mısınız?
Evet en çok o heykelden tanıyorlar. Dönemin Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı birgün beni çağırdı. Emre Kongar’ın müsteşar, Fakir Baykurt ve Aziz Nesin’in danışman olduğu bir dönemden söz ediyorum. Kışlalı’nın yanına gittiğimde odasında Banaz’dan gelen 3 köylü vardı. Köylülerin Banaz’a bir Pir Sultan Abdal heykeli yapılmasını istediklerini söyledi. Banaz’a hiç gitmemiştim ama Pir Sultan’ı çok seviyordum. Hala da çok severim. 3 tane eskiz hazırlayıp götürdüm. Fakir bunlardan birini çok beğendi. Eskizin militanvari bir duruşu vardı. Ben de her üçünü de Sivas’ta sergileyelim hangisi beğenilirse onu yapalım dedim. Sonuçta büyük çoğunluk şuanki heykelin eskizini beğendi ve onu yaptım. Bazı yüzleri yeniden yapmak gerekiyor. Bu heykelin yüzü görünmüyor. Yalnız isyancı tavrı görünüyor. Yeri de önemliydi. Yerini belirlemek için epeyce uğraştım. Yıldız Dağı’na bakan bir mevkiyi seçtim. Yıldız Dağı’nın ona çok esin veren bir dağ diye biliyorum. Ona doğru baksın istedim. 8 metre boyu ile her yerden görünen güzel bir heykel oldu. Ama bazıları, mesela Musa Eroğlu keşke aşağıya yapsaydın dedi. Herkes birşey söyledi. Bence yeri iyi oldu. O dönem bir gazete elindeki saz mı silah mı belli değil diye bir haber yaptı. O heykel de sürülme nedenlerinden biriydi. Ama bu gaddarca bir sürgün olmadı. Güzel bir yere geldim.

 

Seferihisar’da izole bir hayat yaşıyorsunuz sanırım. Bu üretim sürecinizi nasıl etkiliyor?
Eskiden tilkiler tavşanlar vardı. Biz kalabalıklaştıkça ağır ağır terk ettiler. Ama o güzellik hala devam ediyor. Ben zaten bir heykelin tasarım sürecinde herkesle bağımı koparıyorım. Heykel makete dönüşmeye başladığında yeniden insanlarla bağ kurmam gerekiyor. Buraya çok gelen giden olmadığı için üretimime çok faydası oldu.

 

Sanatçı eser üzerinde fırça ile çalışıyor. Tuvalde dallar altında oturan iki insan figürü bulunuyor.

 

Kullandığınız malzemede bir dönüşüm oldu mu?

Artık yeteri kadar taş bulamıyorum, eskiden de bulamazdım zaten. Benim yaptığım heykeller büyük boyutlu anıt heykeller. Çimento bu iş için çok güzel bir malzeme. Son zamanlarda en çok çimento kullanıyorum. Bazı kimyasalları var, onları da katınca biçimlendirmesi çok kolay oluyor. Bir de şaşırtıcı dokular ortaya çıkıyor. Son döenemde Türk kilimlerindeki gibi daha sert köşeli tasarımlar kullanmaya başladım. Ama eski heykellerimle şimdikiler arasında bir bağ var. Şimdiki heykellerimi görenler ‘tamam bunu Cahit yapmış’ der. Başka birine öykünme yok.

 

Heykelleriniz tahrip ediliyor mu?
Tasvir yapmak günahtır diyorlar. Dolayısıyla resim de günah. Heykel zaten günah. Bu yoksul halk da öbür tarafa hazırlanırken hep sevap işlemek istiyor. Heykeli kırmak onun günahlarının affedilmesi gibi birşey. Cesaret aldıkları bir sosyolojik durum var. Bu gelip geçici bir şey. Onlar kıracak biz yapacağız.

 Röportajın devamını Gazete Dokuz Eylül'den okumak için tıklayın!