11 Nis 2019
Gülay Güler

İdil Hazan Kohen: Telefonum Olmadan Asla

İdil Hazan Kohen “Kişisel Gerilim”, “İyilik”, “Şezlong Savaşları”nın ardından “Telefonum Olmadan Asla” ile okuyucuyla buluştu. İdil Hanım ile yazar olma yolundaki serüvenini; gözlem yeteneği, ilham perisi, sosyal medya bağımlılığı konularını ve son kitabını konuştuk. Keyifli okumalar...

İdil Hanım merhabalar, “Telefonum Olmadan Asla” ile yeniden okuyucuyla buluştunuz. Hayırlı, uğurlu olsun. Bugün yeni kitabınız hakkında konuşacağız ama öncelikle gözlem yeteneği bu kadar güçlü bir yazarın çocukluğu nasıldı merak ediyorum. Hikayeler yazar mıydınız, günlük tutar mıydınız?  

Günlük tuttuğum bir dönem olmuştu ama çocukluktan ziyade gençlik yıllarında. Benim gençliğimde çok modaydı günlük tutmak ve ben de her moda gibi etkisinde kalıp peşinden gitmiştim bir süre ama beni çok tatmin etmedi. Günlükten ziyade aslında şiir yazarak kendimi daha rahat ifade ettiğimi fark ettim. Şiirin duyguları çok etkili bir biçimde aktardığına inanıyorum ve tam da gelişim dönemimizde, yoğun duygusal geçişlerimizde bana çok yardımcı oldu. Kitap yazma işi hayal gücüyle çok ilintili ve küçüklükten bu yana hiç değişmeyen çizgi film seyretme tutkumun da hayal gücüme büyük katkısı olduğunu düşünüyorum.

Yazar olma yolundaki serüveniniz nasıl gerçekleşti? 

Aslında ben Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü'nden mezun oldum. Bizim zamanımızda en gözde bölüm oydu. Kazandığıma gayet memnundum. İstatistik, ekonomi derslerinden keyif almasam da pazarlama derslerinden çok keyif alıyordum. Mezun olunca da bu alana yöneldim. Opel'de kısa bir süre marka yönetimi yardımcılığı yaptım. Ardından Nike Türkiye'de ürün müdürü olarak çalıştım. Daha sonra Estee Lauder'a marka yöneticisi olarak girdim. Çok çalışınca insan gerçekten ne istediğini düşünecek vakit bulamıyor ama hep başka bir şey arıyordum, mutlu değildim. Bazen risk almak gerekiyor hayatta. Yazmayı hep sevmiştim. Kendim için bana ilham veren konularda kısa yazı ve şiirler yazıyordum ama daha profesyonel olarak yazmaya biraz tesadüfi bir şekilde başladım. Eşimle yelkenli teknedeydik. Burası bir çift için en gergin alan olabilir. Çapa atmak için öyle birbirimize girdik ki eşim ertesi gün arayı yumuşatmak için kadınların çapa atmasıyla ilgili komik bir yazı yazıp gönderdi bana. Ben de erkeklerin duruma yaklaşımını anlatan daha komik bir cevap yazdım. Bizim bütün sinir eridi, gitti. O gülüyor, ben gülüyorum. Dedim ki, "Bunu bir yelken dergisine göndereceğim" ve gönderdim. Yazıda basbayağı eşim ve ben birbirimizle dalga geçiyoruz ama eşimin içi rahat. Nasıl olsa basmazlar diyor. Ertesi gün dergiden mail geldi. "Yazınızı çok beğendik, basmak istiyoruz lütfen fotoğraf gönderir misiniz?", "Yeni yazılarınızı da bekliyoruz" diye de eklemişler. Böylece benim yazma serüvenim başladı. 

Çok iyi bir kariyeriniz varken İstanbul'dan İzmir'e taşınma sebebiniz neydi?

Yaşadığı şehrin temposu insanı çok etkiliyor. Ben İstanbul’da çalıştığım sırada çok yoğun bir temponun içindeydim ve o koşturmanın içinde hiç kendimi dinleme fırsatı
bulamamıştım. Sonunda istifa edip doğduğum şehre, İzmir'e döndüm. İzmir'in İstanbul temposuna kıyasla daha yavaş bir şehir olması bu bakımdan çok avantajlı. Bir süre her şeyden uzaklaşınca gerçekten ne istediğimi düşünüp kendimi dinleyebildim. İstanbul tartışmasız çok güzel bir şehir, hareketli bir kozmopolitan ama biliyorum ki orada kalsam asla yazar olamazdım.

En çok hangi yazarları okuyorsunuz? Tarzından etkilendiğiniz yazarlar var mı?  

En çok psikoloji ve felsefe kitaplarını seviyorum. Eskilerden Freud, Nietzsche, Alfred Adler, Jung’un kitapları hep dönüp dönüp okuduklarım arasında. Onun dışında yeni çıkan çok satanları da alıp okuyorum. Son zamanlarda Homo Sapiens serisi ile tanıdığımız Yuval Harari favorilerim arasında. İlk kitaplarımda olmasa da son kitabımda Atilla Atalay’ın tarzından etkilendiğimi söyleyebilirim.

Sizce gözlem yeteneği Tanrı’nın verdiği bir lütuf mu yoksa sonradan geliştirilebilir mi? 

İnsanın kesinlikle doğuştan gelen yetenekleri oluyor ama her şey gibi bunların da geliştirilmesi eğitim ve deneyimle mümkün. Bir piyanisti düşünün, çok iyi bir kulağı vardır. Bu bir yetenek ancak eğitimini aldıkça bu gelişir. Tanrı vergisi yetenek sizi hayata 1-0 önde başlatıyor ama azmeden, kendini eğiten bir insanın da bu farkı kapatabileceğine
inanıyorum.

Yazar olmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz? 

Yazarlık, eylem olarak durağan gibi gelebilir ancak kafa olarak oldukça aktif olmak lazım. En azından ilgi çeken bir roman yazmak isteyenler merakı, heyecanı, kahkahayı sürekli beslemeli. Bunun için de önce kendilerini bilgi, gözlem, yaratıcılıkla beslemeliler ki bu bence birçok işten çok daha fazla emek ister. Ve yazmanın en zor kısmı başlamak. Aslında bu her iş için böyle. İlk adımı atmak. Rahatına alıştığımız rutinden çıkıp istediğimiz ama bu konuda bir şey yapmadığımız hayallerimiz için cesaret göstermemiz gerek.

İlham perisi gerçek mi? Konu zihninizde nasıl beliriveriyor? Karakterlerinizi nasıl seçip oluşturuyorsunuz? Yarattığınız karakterler gerçek hayatta olan kişiler mi yoksa tamamen kurgu mu? 

Yazmadan önce ne ile ilgili yazmak istediğim kafamda çok net oluyor. Bunlar genelde üzerinde düşündüğüm, herkesi de biraz düşündürtmek istediğim konular olduğundan kitabın ana teması belli oluyor. Ondan sonra bununla ilgili aklıma gelen, karşıma çıkan komik başlıkları not alıyorum. Karakterler için ise çok gözlem yapıyorum. Elimden geldiğince değişik yaş gurupları ve değişik ortamlardaki insanlarla ilişki kurup onları gözlemliyorum. Olaylara onların gözünden de bakmaya çalışıyorum. Daha sonra onlara kendi deneyimlerimi katıp, mizahi duyguyu artıran abartılar ve farklı kurgular katıyorum. Bu yüzden romanlarımdaki karakterlerim, okurlara her zaman çevrelerinden birini ya da kendilerini çağrıştırabiliyor.

Daha okumayanlar için “Telefonum Olmadan Asla” adlı kitabınızın konusundan biraz bahsetmek ister misiniz? 

Telefon bağımlılığımızın giderek daha fazla esiri haline geldiğimizi fark ettiğim için yazdım bu romanı. Birbirimizle daha kolay iletişim kurmak için icat edilen bir aletin, birbirimizden bu kadar uzaklaşmamıza neden olması düşündürücü. Sosyal ortamlarda bile telefona gömülüp asosyalleşir olduk. Evet, çok farklı, yeni ve insanların kendilerini çok daha özgür ifade edeceği bir alan çıktı ortaya, ancak alışageldik tüm değerleri yıktı geçti bu ortam. Ben de kitabımda iki farklı karakterle bu durumlara değindim. Bir yanda sosyal medyadan uzak, profil fotoğrafı gibi değil de olduğu gibi görünmek isteyen ve bunu herkese gösterme ihtiyacı duymayan Aslı, diğer yanda bir gecede internet fenomenine dönüşen ve dünyayı fethettiğini düşünen Pelinsu. Bu iki karakterin kesişen hayatlarında, telefonunu elinden bırakamayan herkesin hikâyesi saklı.

Siz sosyal medyayı ne kadar kullanıyorsunuz? Bu dünyaya Aslı gibi mi, Pelinsu gibi mi bakmaktasınız?

Ben bu konuda tam arada kalanlardanım. İnsanın yabancı bir ülkeye bir süre yaşamaya gittiğinde hissettiği gibi bir his benimki. Artık evin orasıdır ama kültürün o değildir,
alışamazsın. O kadar sene sonra ülkene dönsen, benimsediğin yeni değerler vardır, oraya da uyum sağlayamazsın. Arada bir yerde, bir türlü ait hissedemediğin bir ara noktada kalırsın. Benim telefonumla da ilişkim aynen bu şekilde. Beni, zamanımı, tüm muhabbetlerimizi bu kadar esir almasından hiç hoşlanmıyorum ama o ekranın arkasında farklı bir dünya dönüyor ve ona da tamamen gözlerimi kapayamıyorum. Eskiye özlemle yeniye özenme arasında bir git gel benimki.

Prodüktör Ahmet Özden bana beraber gerçekleştireceğiniz bir projeden bahsetti. Detayları sizden alabilir miyiz? 

Aslında bu konu biraz sürpriz olsun istiyorum. Ahmet Özden’in isminin geçtiği bir projeden elbette bir şarkı projesi olduğu ipucunu alıyoruz. Çok yakında da umuyorum proje gerçekleşecek ve o zaman sizlere bunu detaylı bir şekilde anlatmaktan çok zevk duyarım.