24 Tem 2018
Kardelen Uysal

Kazım Kızıl: "Aslında Ötekiler Çoğunluktadır"

Kazım Kızıl’ı Alsancak’ta bir mitingin çekimlerini yaparken gördüm. İşlerini Gezi döneminden beri takip ediyorum. Onu mitinglerde de görebilirsiniz, tütün işçilerinin yanında da. Merceğin arkasından şahit olduklarını aktarıyor bizlere. Bazı insanları tanımadan seversiniz, tanıyınca daha çok seversiniz. Kazım da öyle biri. İnanılmaz mütevazı, oldukça kaliteli işler yapan birisi. Onunla video çekmeye nasıl başladığını, durduğu yeri ve daha bir sürü şeyi konuştuk. Kendisini Vimeo’dan, Facebook’tan, Instagram’dan ve web sitesinden takip edebilirsiniz.

 

Kaynak: Kazım Kızıl 

 

Bu cesaret nereden geliyor? Bunu çok merak ediyorum.

Çok cesur olduğumu düşünmüyorum. Sadece yapmak istediğim bu. Cesaret beni buraya götürmüyor, isteklerim ve arzularım buraya götürüyor. Dışarıdan bakınca cesaret gerektiren bir iş gibi görünüyor olabilir bulunduğum yerler itibariyle ama bunun için ana motivasyon kaynağım cesaret değil. Ne yapabilirim diye sorunca kendime, "fotoğraf ve video çekebilirsin" diyorum ve bunu yapıyorum.

Elimden gelen bu yani, bunu iyi yapmaya çalışıyorum. 3-4 kez ölüm tehlikesi atlattım. Normalde akıllı bir insan o tehlikelerden sonra akıllanırdı belki. Demek ki akıllı biri değilim pek.

 

Video çekmeye nasıl başladın?

İlk olarak 2005 yılında fotoğraf çekmeye başladım. Bir-iki sene boyunca doğa fotoğrafları çektim, arkadaşlarımın portrelerini çektim. Ardından eylem fotoğrafları çekmeye başladım. 2013 yılının Nisan ayında ilk video çeken DSLR makinamı aldım  sonra kendimi bir anda Okmeydanı’nda 1 Mayıs eylemlerinde buldum. Orada çektiğim video'dan dolayı polis beni yakaladı ve çektiğim görüntüleri sildi sonra o görüntüleri kurtardım, kurtardığım görüntülerden de 2 dakikalık bir video yaptım. Hatta sonra oradaki polislerden biri Facebook’tan peşime düştü. Polis peşime düştüğünde ilk önce bir “aa ne oluyoruz” dedim ama sonra rahatsız edebiliyor demek ki çektiklerim diye düşündüm. Ayrıca hayvan hakları yürüyüşleri, internet ve kürtaj konularında da eylemler oluyordu, onları da çekiyordum.

Gezi’den önce de Diyarbakır’a Dengbejlerle ilgili belgesel çekmeye gittim. 30’u 31’e bağlayan gece Mayıs ayında döndüm. Sonra Gezi olayları başladı. Gezi’nin 3. gününde makinamı polis saldırısında çantamdan düşürdüm, tamamen gitti yani. Ardından anlık haberler için yeni bir telefon aldım. Profesyonel makinalara alıştığımdan dolayı telefonun fotoğraf özelliği yeterli gelmeyince daha çok kısa videolar çekmeye başladım ve videonun gücünü keşfettim. Ağırlıklı olarak böylece daha çok video çekmeye başladım. Şimdi fotoğraftan ziyade video çekiyorum.

  

Senin tarafın dünyayı güzelleştirenlerin/kurtaranların yanı. Konforlu alanın tam zıttı. Burada olmaya nasıl karar verdin?

İlk eylemde Okmeydanı’nda polisin yanında çekim yaptım, acemiydim çünkü. Daha sonra göstericilerin yanına geçtim. Normalde dünyada göstericilerin tarafı daha emniyetli taraf olabiliyor ancak Türkiye’de bunun tam tersi; daha tehlikeli. Gezi’nin 3. günü Kamera Sokak’ı kurmuştuk, onun manifestosunda da “biz barikatı kuranların tarafındayız” tarzında bir söylemimiz vardı.

Tabii ki o taraftayım çünkü o taraftan belgelemem gerektiğini düşünüyorum. Benim açım orası. Politik olarak durduğum yerden ziyade makinamın açısı da oradan görmeli çünkü karşı taraftan şiddet geliyor. En iyi fotoğraflayabileceğim yer de orası. Amacım sadece iyi video ve fotoğraf çekmek değil, bir yandan kanıt üretmek. Kanıt üretmenin bu sistemde işe yarayıp yaramadığı sorgulanabilir. Başa dönersek; ben aslında daha çok kendimi dünyadan kurtarmak istiyorum. En derine indiğimde bunu kendimde görüyorum.

 

Bunun için bir yöntemin var mı?

Dünyayı daha iyi tanımak. Neden kurtulmak istediğimi bulmaya çabalıyorum. Bu dünyadan neden kurtulmak istediğimin cevaplarını buluyorum video çekerken. O yüzden içine, daha çok içine giriyorum onun.

 

 

Sesini duyurmayı isteyip ulaşamadığın kimse ya da bir kitle oldu mu?

Şu ana kadar olmadı. Sağ olsunlar gittiğim her yerde kabul gördüm. Bazı yerlerde başlangıçta zorluklar da yaşadım. Mesela Okmeydanı’na defalarca gittim. Bir gidişimde biri polise kızdı, öfkesini benden çıkardı, telefonumu alıp kırdı. Tartışınca Okmeydanı’ndan sosyal medya üzerinden beni tanıyan başka kişiler araya girip “Kazım Abi’yi tanıyoruz” deyip destek oldular, dayak yememi önlediler sağ olsunlar. (Gülüşmeler) Hatta telefonumu kıran kişinin zararımı karşılamasını da sağladılar. Yırca’ya, Soma’ya, Hopa’ya, Cizre’ye, Diyarbakır’a, Van’a ve daha bir sürü yere gittim. Mikrofonumun geri çevrildiğini hatırlamıyorum.

 

İzmirli Betül’ün talan projesine karşı ağaçla evlenişini çekmiştin. Karşılaştığın en barışçıl direnişler arasında neler vardı?

Bir internet gazetesinde bir haber okumuştum. “İncir yemek serbest” diyen bir dayı vardı. Torbalı’da yaşıyor, yol kenarında incir ağaçları var. O da buraya incir yemenin serbest olduğunu belirten bir tabela asıyor. Bu çok uç bir şey değil, eylem de değil ama o zaman beni çok etkilemişti.

Gidip o dayıyla tanışmak istedim. Atladım arabaya Torbalı’ya gittim. Bu dayının bir incir bahçesi varmış. İnsanlar da oradan gelip geçerken o incirlerden tatsam mı tatmasam mı diye tereddüt ediyorlarmış. O da insanlar rahatça yesinler diye tabela asmış. O sıralarda da olumlu, pozitif, güzel bir şeyler çekmek istiyordum. Hep şiddete, istismara, haksızlığa uğrayan kişileri çekiyordum. "Dünyayı Döndürenler" diye küçük bir video serisi yaptım. Betül’ün “ağaçla evlenme”si fikri de çok naifti.

 

 

Hep öteki denilen insanların yanındasın. Azınlığın yanındasın. Kendini hayatının hiçbir döneminde böyle hissettin mi? Bu çocukluk da olabilir. Var mı böyle dönemler?

Aslında ötekiler çoğunluktadır. Manisa doğumluyum ama çocukluğum Hatay’da geçti. Orada tütün tarlasında çalışıyordum. Hatta ‘Neredesin Arkadaşım?’ isimli bir belgesel çektim; tütünde ailesi ile birlikte çalışan çocuk işçilerle ilgili. Bir çocuğun yeri tütün tarlası veya sanayi, kaportacı değil; bir çocuğun bulunması gereken yer parklar olmalı, okullar olmalı ama tabii şartlar bambaşka yerlere götürüyor insanları, çocukları. Çocukluktan başlıyor aslında.

Eğer o çok elit olan –biz yüzde doksan dokuzuz diye bir tabir var ya- o yüzde birlik kesimde değilsen zaten bir şekilde ötekileşiyorsun. Okul hayatında başka bir şekilde, iş hayatına atıldığında başka bir şekilde ötekileştiriliyorsun. Bir de tüm bu hayatını kapsayan bir ötekileştirme zinciri var.

Ötekileştirme sadece sistem, iktidar tarafından olmuyor. Bazen yanındaki kişiler de bunu yapabiliyor. Ben hayatında oy kullanmamış ve kullanmayacak olan biriyim.  Birkaç kez oy kullanmayacağımı, tercihimin bu yönde olduğunu naif bir dille anlattım. Hatta bir ara “Oylar Kafka’ya” diye bir kampanya başlatmıştım. Onunla ilgili görseller hazırlamıştım. “Neden Kafka?” sorusuna cevap olarak da küçük açıklamalarda bulunuyordum onun romanlarına göndermeler yaparak. Bunlar için de görseller hazırlıyordum. Ardından insanlar o görsellerden istediklerine dair bana Facebook’tan mesaj atmaya başladılar. Ben de onlara “neden Kafka?” sorusunu soruyordum ve onlar da nedenlerini anlatıyorlardı. Ben bunları da paylaşıyordum sosyal medyadan. Ardından Kafka ile ilgili yapılmış bir şarkıyı da seçim müziği olarak kullandım. Bu iş böyle büyüyünce, yan yana durduğuma inandığım insanlar bile “Ya Kazım yeter, oyları bölüyorsun” gibi yorumlarda bulunmaya başladı. Önce espri zannetim, meğer ciddi söylüyorlarmış. İnsanların kafasını karıştırdığımı söyleyen oldu. Ya ben kimim ki insanların kafasını karıştırayım. En sonunda şunu söylemek zorunda kaldım: “Arkadaşlar Kafka öldü, aday olamaz yani.” Çok sevdiğim bir hocam da mesaj attı: “Kazım biliyorum senin amacın bu değil ama artık buna bir son versen” diye. Sağcıların da, solcuların da oy kullanmamaya karşı bir alerjisi var. Böyle zamanlarda çok ötekileştirilmiş hissediyorum. Bir anarşistlere yaranabiliyorsun böyle durumlarda.
Yani kısaca hepimiz bir başkasının ötekisiyiz. Daha da ileri gidersek eğer... Rimbaud’nun “Ben bir başkasıdır” sözü vardır. Biz aslında sadece sistemin, iktidarın veya bazen toplumun değil, kendimizin de ötekisiyiz.

 

Geçmiş zamanlara gitsen hangi olayın, durumun videosunu çekmek isterdin?

Herhalde insanların ilk çitleri çektikleri zamanı belgelemek isterdim ya da ilk yerleşik hayata geçtikleri zamanı. Belki o zaman video çekmeyi bırakıp “geçmeyin, yapmayın, bu tarlanın etrafını çitle çevirmeyin, o buğdayı oraya ekmeyin. Artı değer oluşturmayın, sonra sıkıntılar olacak” diye uyarmak da isterdim. Normalde belgesel çekerken müdahale etme gibi bir tavrım yok ama öyle bir durumda yapabilirdim.