11 Şub 2020
Kardelen Uysal

Praksis: Şarkılarımızın gökyüzü gibi paylaşmak isteyen herkese açık olmasını istedik

Praksis ekoloji, kadın hakları, işçi grevleri gibi pek çok toplumsal konuda mücadele eden, mücadele edenlerin yanında olan, dertleri sorunları işaret eden ve ses çıkaran bir grup. Üç beş ağaç kervanı turnesiyle onları ekolojik mücadelenin sürdüğü kentlerde ve köylerde görmüştük. Onlar müzikle değiştirmeye, göstermeye, umut vermeye ve umut etmeye devam ediyorlar. Yakın zamanda insanın içini umutla dolduran Güzel Günler adlı şarkılarını yayınladılar.

 

Kendileriyle değiştirmek istedikleri şeyleri, üç beş ağaç kervanını, toplumsal olaylarda özne olmayı ve daha pek çok konuyu konuştuk. Keyifli okumalar.

Tüm her şey nasıl başladı? Müziği yanınıza alarak direnmeye, değiştirmeye nasıl karar verdiniz?

Üniversite mücadelesi içerisinde kendimize müzikli bir alan yarattık. Mersin Üniversitesi’nde başladı, muhalif/devrimci öğrencilerin birleşik eylem gücü, kantin konserleri, eylem konserleri, rektörlüğün soruşturmalarına karşı konserler yapıyorduk. Bu protestoların içinden bir müzik yeşerdi. Daha kolektif bir temele dayanıyordu. O dönemin muhalif müziğinin getirdiği değerlerden etkilenen bir müzikti yaptığımız.

 

Siya siyabend, Bandista gibi müzik grupları vardı. Daha doğaçlama, muhalefet dilini aktarmaya ve içermeye çalışan bir müzikle başladık. Bu süreç bizi, 2012 yılında Praksis’i kurmaya götürdü. Amed Müzik Festivali’ne çağrıldığımızda da adımızı koyduk. Dünyayı dönüştürmek için yapılan toplumsal pratik olarak anlamlandırdık Praksis’i. Oraya gittiğimizde, çalacağımız sahnenin arkasında Praksis yazan bir pankart olduğunu gördük, ancak fotoğraftakiler biz değildik. Aynı isimde bir grup daha olduğu çıktı, görüştük, dost olduk, karşılıklı olarak “böyle devam etsin” dedik ama bir süre sonra gruplar karışmaya başladı. Onlar da, “Siz iyi gidiyorsunuz” deyip Praksis ismini bize bıraktılar. Böyle bir dayanışma ile başladı Praksis’in öyküsü. Bizim de şu an diğer gruplarla dayanışmayı önemsememizin başlangıcı olabilir bu.

Praksis üyeleri konser veriyor.

"Şarkılarımız varoşlardan taşıp sokaklara çıkmalıdır" diyorsunuz. Taşma nasıl gerçekleşir böyle bir sistemde?

Şarkıları varoşlara taşırmak biraz zor. Gültepe’de saksafon, trompet, elektro gitar çalıyoruz karşımızdaki yetmiş seksen yaşındaki insanlara. Temel meselemiz mücadeleyle ilişkilendirmek alandaki problemleri. Bizim çabamız çok küçük bir çaba. Bu düzene toplu bir müdahaleyle başarabiliriz, sorunların çözümlerini bulabiliriz. İçeriğini ezilenlerin özgürleşme durumlarından alan sanat ürününlerini herkesle buluşabilecek kamusal alanlara çıkarmak gerekiyor. Sokak metaforlaştı; artık insanların kendi gibileri olmayanlarla da karşılaşma ihtimallerinin bulunduğu potansiyel alanlar haline geldi. Çok çalışmalıyız, örgütlenmeliyiz ve en önemlisi de üretmeliyiz.

 

Bertol Brecht’ın çok güzel bir dizesi var:

Demeyecekler: Karanlıktı o sıralar.

Ama diyecekler:

Neden şairleri sessizdiler?”

 

Bugün muhalif pek çok içerik var ancak birbirimizle buluştuğumuz kanalları elimizden aldılar. İktidarın elimizden aldığı şey bizim iletişim kanallarımız, bu da ömrümüzü kısaltıyor. Dolayısıyla sabırla üretmeye devam etmek gerekiyor. Ulaştırma kanallarını elimize alabildiğimiz Gezi direnişi gibi olaylarda buluşma kanallarına kavuşuyoruz. Dönem kendi sanatını belirliyor ancak tüm bunların dışında döneme göre değişiklik olsa da hep belli bir amaç etrafında bir araya gelen ve devam eden bizim gibi, yakıtını ideolojisinden alan gruplar da var.

“Dünyayı anlamak değil değiştirmektir mesele” lafının izinde bir grupsunuz. Neleri değiştirmek istiyorsunuz?

Bu Praksis’in de muhtevasına uyan bir laf. Bizim temelde değiştirmek istediğimiz şey mevcut düzen: Emek sermaye çelişkisi. Buna ezen ezilen, sömüren sömürülen de diyebiliriz. Bunların her birinin farklı siyasal tespitler olduğunun farkındayız. Dünyada temel bir adaletsizlik var. İsmine kısaca kapitalizm deniyor. Bu adaletsizlik düzeninin ortadan kalkmasını, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumsal düzen kurulmasını istiyoruz, bunun için emek veriyoruz.

Üç beş ağaç kervanı adlı müzik eyleminizle gezerek müzik yaptınız. Nasıl başladınız? Bu dönemde neler yaşadınız?

2013-2014 yılları, biraz Gezi İsyanı’nın da etkisiyle yaşam alanlarının savunulması mücadelesinin yükseldiği yıllardı. Fakat aslında bu mücadele, 2000’lerin ortalarından bu yana süren doğa talanı direnişlerinden kökünü alıyordu. O zamanlar Türkiye’deki güncel çevre/ekoloji talanlarının olduğu bir haritalama vardı direncevre.org diye. Oradan öncelikle bu alanları tespit ettik. Zaten o alanlarda müzik yapan bir ekiptik ancak daha fazlasını yapmak istedik ve tur mu yapsak sorusu bize, Merhaba Sanat Tiyatrosu, Derme Tiyatro, Mimbaz Tiyatro, İlker Kılıçer, Seyr-i Sokak ekibiyle birlikte on beş bin kilometre yol yaptırdı iki yaz boyunca.

 

Bu, bir anlamda entelektüel gettolaşmaya karşı da bir eylemdi. Sanatı yalnızca "entelektüel" semtlerde, alanlarda üretilip orada sergilenmesine karşı da bir tavırdı. Merzifon’da da karşı hegemonik sanat ürünleriyle karşılaşmalı insanlar. #üçbeşağaçkervanı ‘halksponsorluğu’yla gerçekleşti. Doğa ve ekoloji mücadelelerini bir sanat siperi olarak destekleyeceğimize dair bir açık çağrı yaptık ve bu şekilde turne yaptık. İnsanlar yolda emekli maaşlarını bize vermek istediler, turizm işçisi bir çocuk iki günlük yevmiyesini bize vermek istedi. Çok duygusal anlar yaşandı. Hep birlikte taşın altına elimizi koyduk. Ortak bir eyleme, kolektif bir çaba haline dönüştü. Ardından çeşitli bahanelerle turne yapmaya devam ettik. Bir tanesi Tekmeye Kafa adlı bir turneydi geçtiğimiz eylül ayında Güzel Günler adlı bir turne gerçekleştirdik.

Praksis yine bir konserde. Sırtları dönük fotoğrafta.

Bu eylemin gittiğiniz yerlere nasıl etkisi oldu?

Sonuçlarını ölçmek çok kolay olmuyor. Mesela Fındıklı’nın Arılı köyüne, Tarsus’un Boğazpınar köyüne gittik. Birileri mücadeleye destek olmaya geliyor. Oradaki çocuklarla bir şarkı yapıp onlarla sahneye çıktık. Bazı yerlerde insanlar bu HES projelerinin, talanların kapitalizmin bir saldırısı olarak ya da mevcut iktidarın bir parçası olarak göremeyebiliyor. Önce bizi şüpheli bir biçimde karşılıyorlar. Fakat derdimizi anlattığımızda, saygı ve sevgiyle karşılıyorlar. Orada, her yerin hikayesinin birbirine benzer olduğunu, onların, kendilerine belki küçük görünen çabalarının, özgürleşme mücadelesine çok büyük bir katkısı olduğunu anlatıyoruz. Biz gittiğimiz yerlerle diyalektik bir ilişki kurmaya çabalıyoruz, sadece coşku ve bilinç götürmek değil, ayrıca da düşünme şekli ve bilinç alıyoruz. #üçbeşağaçkervanı bu aktarımların çeşitli disiplinlerde yapıldığı güçlü bir turne formatıydı. Tiyatro, film gösterimleri, pandomim ve hatta diğer mücadele alanlarında direnen kişilerle canlı telefon bağlantısı gibi şeyler yapıldı. Gittiğimiz yerlerde yerel halk bilgi birikimi açısından akademisyenler kadar güçlü olabiliyorlar. O yüzden biz de onlardan öğreniyoruz.

Gerze’de sahilde direniş müzesi vardır mesela. Gaz kapsülleri sergilenir köylülere atılan. Gazete haberleri, direnirken ölen insanların fotoğrafları sergilenir. İşte tarih böyle yazılır, yaşayan bir tarih yaratmışlar orada. Gittiğimiz her yerde müziklerimiz beğenilmeyebilir ama tavrın kendisinin ulaştığını düşünüyoruz.

Sizi Seher adlı kitabın tiyatro uyarlamasına müzik yaparken de görüyoruz, ekoloji mücadelelerinde de, hasta tutsak Kemal Gömi’ye şarkı yazarken de… Kimi, hangi direnişi destekleyeceğinize nasıl karar veriyorsunuz?

Elimizdeki en iyi formül şu an sosyalizm. Bunu inşa etmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Biz doğrudan bir siyasal tartışmayı derinlemesine yapamayız, çünkü nihayetinde bir müzik grubuyuz. Fakat şunları tespit edebilmeliyiz. Emek-sermaye çelişkisinden doğan ve/veya bu temel çelişkiye tarihsel olarak eşlik eden yaşam, kimlik, ekoloji, demokratik haklar mücadeleleri de toplumsal özgürlük mücadelesinin birbirinden koparılamaz parçaları. İşte bunun için, İşçi grevinde de, onur yürüyüşünde de, kadın hakları yürüyüşünde de  bizi görebiliyorsunuz.

Muhalif gruplar nasıl birlikte hareket edebilir?

Muhalif ekiplerin, ancak bazı noktalarda birlikte hareket ederek, dayanışarak popüler alanda yer tutabileceğini düşünüyoruz. Diğer türlü erimek zorunda kalırsınız sistemin içinde. Daha çok imkan dayanışmasından ve aynı noktadan hareket etmekten bahsediyoruz. Gezi İsyanı’nda ve Kobane savunması döneminde epeyce bir aradalık çıktı. Elimizdeki imkanların, her birimiz için seferber edilmesi gerekiyor. Birlikte konser vermekten grupların birbirinin afişlerini asmasına kadar her bir adımın önemli olduğunu düşünüyoruz. #üçbeşağaçkervanı bu aktarımların çeşitli disiplinlerde yapıldığı güçlü bir turne formatıydı. Tiyatro, film gösterimleri, pandomim ve hatta diğer mücadele alanlarında direnen kişilerle canlı telefon bağlantısı kuruyoruz. Biz gittiğimiz yerlerle diyalektik bir ilişki kurmaya çabalıyoruz, sadece coşku ve bilinç götürmüyoruz. Ayrıca düşünme şekillerini öğreniyor ve bilinçleniyoruz. #üçbeşağaçkervanı bu aktarımların çeşitli disiplinlerde yapıldığı güçlü bir turne formatıydı. Tiyatro, film gösterimleri, pandomim ve hatta diğer mücadele alanlarında direnen kişilerle canlı tüdyo imkanını paylaşmaktan, sosyal medya duyurularına kadar bir dizi hareketi içeren yoldaşlıktan bahsediyoruz. Muhalif müzik üreten gruplar için bu bir zorunluluk olduğunu düşünüyoruz.

 

Kapitalizm çok güçlü çünkü 300 senedir antrenman yapıyor. Orada bir kültür endüstrisi var ve gücünü paradan alıyor. Bu parayla birlikte kendi alanına giren kişileri ehlileştiriyor. Rock müzik asla sistemin içine sığmaz derdik ama artık görüyoruz ki içinde. Metin Solmaz “Kapitalizm yenemeyeceği alt kültürleri içine alarak sönümlendirir” der. Biz sistemin kendi araç ve yöntemleriyle popülerleşirsek bir çıkışımız olamaz. Bizim kendimiz gibi ekiplerle popüler alanda yer almamız konuşulabilir. Popülerlik kavramının da iki anlamı var. Serdar Ortaç da popüler ama Grup Yorum da popüler. Biri halkın ürettiği bir değer diğeri kültür endüstrisinin ihtiyacı üzerine üretilmiş bir değer.

“Kavgayı hayatın bütün alanlarına yaymanın kendi pratiklerimiz ölçüsünde yollarını aramalıyız. Bunun için de herkes en iyi bildiği işi, en iyi kullandığı silahlarla yapmalı diye düşünüyoruz.” diyorsunuz. Siz nasıl kullanıyorsunuz elinizdekileri? Kavganın öznesi olmak da asıl meseleniz. Nasıl özne olunur toplumsal olaylarda?

Ekonomi-politik anlamında bizler, sistemin nesnesiyiz ama öznesi olmaya çalışıyoruz. Mevcut kapitalist iktidar şu an kuralları, hukuku, sınırları belirliyor. Freire bunu “İnsan sınır durumundadır” lafıyla da çok güzel anlatıyor. Bir yandan özgürleşme potansiyeli ve isteğiyle özneleşmeye çalışır ama bir yandan da hükümetin nesnesidir.

 

Kadın hareketlerinde, işçi grevlerinde, ekoloji mücadelelerinde, KHK ile elinden ekmeği alınan insanların direnişlerinde, LGBTİ hareketini yürütenlerde bu özne olma istencini görüyoruz zaten. Bizim aracımız müzik. Tüm bu mücadele özneleri ortak bir hatta buluşup büyük bir şey oluşturduğunda elimiz daha da güçlenecek. Herkesin ortak çabasıyla dönüşüm olacaktır. 

Soruyu, dünyayı dönüştürmek isteyenler ne yapacak, şeklinde okursak üretimin altı çizilmeli, hem de tekrarla değil ısrarla.

 

Belki Kültür eyleminin sınırı nedir sorusuna da değinmek gerek. “Sanat dünyayı değiştiremez ama dünyayı değiştirecek öznelerin bilincini değiştirebilir” diye Marcuse’nin bir lafı var. Bir duvar yazısı görüyoruz, iktidar bununla teslim olmuyor ama gören için bir hatırlatıcı, tetikleyici görevi oluyor. Mesela Bandista’nın Benim Annem Cumartesi şarkısını dinleyen bir sinemacı, Cumartesi Anneleri’nin hikayesini araştırdı ve bu konuda bir belgesel çekti. Bu şarkıyı dinleyene kadar o annelerden haberi yokmuş. Bu tip etkileri oluyor.

Gündüz vakti grup üyeleri açık alanda sahnede. Önlerinde mutlu ve coşkulu, dans eden bir dinleyici kitlesi var.

Güzel Günler şarkısı oldukça umut veren bir şarkı. Şarkı sözlerini toplumun ihtiyaçlarına göre mi yazıyorsunuz?

Bazen bir şiir bestelemeye çalışıyoruz. Bazen o dönemin ihtiyacına göre şarkı besteliyoruz. İhtiyaçlara göre de şekillenebiliyor. Bu karanlık, herkesin kendisine çekildiği bir dönemde böyle umut veren bir şarkı yazmak istedik. Umut artı emek var o şarkıda. Enseyi karartmama üzerine de bir şarkı o. Bu dönemde tekli şarkılar yayınlamak istiyoruz. Zaten bir şarkıyı konserlerde çalmadan önce de kaydetmiyoruz. En az bir yıl konserlerde çalınıyor, eleklerimizden geçebilirse albüme girmeye hak kazanıyor.

Tüm albümleriniz internet üzerinden ücretsiz indirilebiliyor. Amaç ne? Nasıl ayakta kalıyorsunuz?

Maddi olarak kazanç sağladığımız konserler ve halk sponsorluğu sayesinde ayakta kalıyoruz. Copyleft bir tavır aslında. Endüstrinin ürettiği copyright diye bir şey var. Eserin tüm hakları şirkete ait oluyor o zaman. Şarkıyı üreten, emek veren insanların çok küçük, şirketler ekonomisinin çok büyük pay aldığı bir düzendir copyright. Copyright’a karşı da Copyleft var. Neo-liberalizmin metalaştırma çalışmaları her şey için devam ediyor. Müzik de bundan nasibini alıyor. Siya Siyabend ve Bandista gibi gruplar da bunun karşısında duran gruplar. Şarkılarımızın gökyüzü gibi paylaşmak isteyen herkese açık olmasını istedik. Şarkılarımız paylaşmak isteyen herkesin, ticarileştirmek isteyen hiç kimsenin… Fakat Copyleft hattının nasıl geliştirilebileceğine dair kafa yormamız gerekiyor. Şu an sadece tavır olarak sürdürebiliyoruz. Oysa hepimiz için fikri ve pratik mevziler lazım.

Üzerinde çalıştığınız bir şarkı var mı?

Ataol Behramoğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınladığı “Kendime ve Herkese Sorular” başlıklı şiirini besteliyoruz. Bunun üzerinde çalışıp deneme kayıtlarını alıyoruz. Bir de Praksis şarkılarının, notalarının, sözlerini olduğu bir ‘songbook’ hazırlıyoruz diğer insanlarla paylaşmak için.

Praksis'i YouTube, Instagram, Facebook, Spotify, web sitesi ve Twitter üzerinden takip edebilirsiniz. 13 Mart Cuma günü İzmir Sanat'ta onları canlı olarak da dinleyebilirsiniz. 

Not: Fotoğraflar görme engelli okuyucularımız için betimlenmiştir. Görsellerin altında bulunan yazılar bu amaca hizmet etmektedir.