26 Nis 2019
Kardelen Uysal

Aybars Savat: "Her müzikte kendinden bir parça bulabilirsin; hepimiz insanız."

Aybars Savat, Kanada'da yaşayan İzmirli bir müzisyen. Kanada’da Teknoloji Üretimi ve Müzik Kompozisyonu okuyan Aybars, şu anda birden fazla grupta yer alıyor, film ve belgesellere müzikler yapıyor, gençlere ders veriyor, düğünlerde çalıyor. Farklı gruplarda yer almasının dışında kendi bestelerini de yapıyor. Hatta geçtiğimiz günlerde Game of Thrones adlı dizinin bir müziğini de yorumladı. Orta okuldan beri müzik ve teknolojiye karşı ilgisi olan Aybars’la Kanada’daki eğitimini, Türk kültüründe büyümenin müziğine kattığı değerleri, farklı tarzlarda müzik yapmanın günün sonunda nasıl hissettirdiğini konuştuk. Kendisini YouTube kanalından ve Facebook üzerinden takip edebilirsiniz. 

Görselde Aybars Savat, bateri çalıyor. Game of Thrones Drum Cover yazan görselde diziye ait bir karakter görüyoruz.

 

Selkirk College’da iki ayrı bölüm; Teknoloji Üretimi ve Müzik Kompozisyonu okudun. Biraz neden bu bölümleri okuduğunu, birbirini nasıl tamamladığını ve müzik geçmişini anlatır mısın?

Küçük yaşlardan beri müzik ve teknolojiyle çok ilgiliydim. Orta okulda hep bateristleri izlemek ilgimi çekerdi. On yaşında müzik dersinde bateri çalmaya başlamıştım. Sonra bizimkilerden yalvar yakar beni davul dersine göndermelerini istedim ve bir yıl boyunca derslere gittim. Müziğe olan ilgim hemen hemen o yaşlarda başladı. Ondan sonra lisede müzik guruplarında çalmaya başladım. Okul dışında arkadaşlarımla müzik grupları kurmaya başladık ve sağda solda ufak ufak konserler verdik.

Benim müziğe olan bu ilgım teknolojiye olan ilgimle birleşti. Stüdyo ve ses kayıt ve ses mühendisliğine kafam basmaya başladı. Lisede birkaç kitap alıp derslerde ses ve müzik hakkında okumaya başladım. Üniversite sınavına ilgim yoktu, hiç istemiyordum çalışmak. Üniversite olarak Dokuz Eylül Üniversitesi Müzik Teknolojisi Bölümü'ne girmek istemiştim. Güzel sanatlar bölümü olduğu için yetenek sınavıyla alınıyordunuz. İki sene denedim ve ikisinde de giremedim çünkü sadece on kişilik kontenjanları vardı. İkincisinde 12’nci olarak yedekte kaldım.

Tam o sıralar yurt dışında okumayı düşünmeye başladım; ailem de çok destekliyordu. Ülke ekonomisi iyiydi, dolar düşüktü yurt dışında okumak zor değildi. Araştırma yaptık, yurt dışına gönderen danışmanlar bulduk. Bana en uygun ülkenin Kanada olduğunu söylediler, Kanada çok daha ucuz ve uygundu. Benim Vancouver’da altı-yedi aylık bir dil okuluna gitmeme karar verdik, böylece Kanada’nın nasıl bir yer olduğunu görebilir ve İngilizce öğrenebilirdim.

2012 Aralık ayında 19 yaşımda bir sırt çantası ve bir valizle Vancouver’a geldim, dil okulu bittikten sonra Kanada’nın ortasında bulunan Nelson şehirinde Selkirk College adlı bir okul bulduk ve bu okul da benim istediğim müzik teknolojisi bölümü vardı. Nelson şehri dağların içinde sekiz bin kişilik bir şehir. Kışın çok karlı, yazınsa muhteşem sesiz sakin bir yer. Doğanın içinde ormanın ve derenin yanında ufak kahvelerin bulunduğu, sanatla donatılmış bir şehir. Şehirdeki tek Türk bendim, çevremdeki herkes benim yaşımda Kanadalı müzisyenlerdi. Üç sene boyunca hayattan izole bir şekilde müzik okudum ve hayatım tamamen orada değişti.

Okula girmek için en az bir enstrüman çalmak gerekiyordu. Ben ana enstrüman olarak davulu seçtim ve yetenek sınavına girip kazandım. Okul sadece iki senelikti, ikinci yılında branş seçip o konuya yoğunlaşıyordun ve ben ikinci senemde ses mühendisliği ve müzik prodüktörlüğü dalını seçtim. Bu bölüm müzik kayıt, ses kayıt ve ses teknolojisi üzerineydi. Aynı zamanda gene ana dersler kulak eğitimi, nota okuma, aranje, söz yazımı, müzik ve caz tarihi öğreniyorduk.

İki sene yetmeyince bir branş daha okumak istedim ve müzik kompozisyonunu okudum. Müzik kompozisyonu biraz daha ağır müzik yazımına ve bestelemeye yoğunlaşan bir bölümdü.

Üç yılın sonunda çok farklı bir insandım çok fazla şey öğrenmiştim. Her şeyi bırakıp dağlarda bütün hayatım boynca yapmak istediğim şeyi yapmak ve okumak gerçekten muhteşem bir maceraydı. Okul bittikten sonra gerçek hayata atılmak için Vancouver’a geri taşındım. Şimdi bir buçuk yıldır burda yaşıyorum.

 

 

 

Farklı tarzları aynı anda üretmek nasıl bir his?

Gerçekten müziğe büyük bir aşkım var. Müzik ve tarz seçmeyi çok sevmiyorum; bence her müzikte kendinden bir parça bulabilirsin çünkü hepimiz insanız. Hiç çalmadığım ya da dinlemediğim tarzları öğrenmeyi ve keşfetmeyi çok seviyorum. Kanada’ya geldiğimden beri yirmi farklı grupla, farklı tarzlarda çalışmalar yaptım. Aradığımı buluyorum ama müzik endüstrisi yavaş bir endüstri. Projeler zaman alıyor ve gerçekten bir şeyi istediğin gibi doğru yapmak çok sabır ve azim istiyor. Ben deneme yanılma yöntemini çok seviyorum, dinleyerek ve zamanımı ayırarak çalışıyorum. Kendi limitlerimi zorlamayı seviyorum.

 

Aybars Savat, kollarını birleştirmiş bir biçimde baterinin arkasında oturuyor.

The Sophistocrats’ta Smooth Jazz - Soulful Trip Hop tarzında; Pareidolon’da metal tarzda müzik yapıyorsun. Ayrıca bir de kendi kendine yürüttüğün projeler var. Tüm bunlardan nasıl besleniyorsun?

The Sophistrocrats ve Pareidolon gruplarında müzik okulundayken çalışmaya başladım. O zamanlar hepimiz öğrenciydik ama okul bittikten sonrada bu gruplar devam etti. Bu iki grup sadece yaptığım işlerden iki tanesi. Bu gruplar para amaçlı değil sadece tutkuyla ve kendimi geliştirmek için çalıştığım gruplar.

Şu an hayatımı kazanmak için dört farklı iş yapıyorum. Film ve medya şirketinde ses mühendisi olarak çalışıyorum, onların ses kayıt ve stüdyo işlerini yapıyorum. Aynı zamanda büyük bütçeli konserlerde ses ve müzik kontrolü yapıyorum. İki tane müzik okulunda çocuklara ve gençlere ders veriyorum. Bir tane grubumla barlarda düğünlerde ve partilerde çalıyoruz Kanada’da bu tarz şeyler ucuz değil; ben bir konserle kiramın yarısını çıkartabiliyorum. Ufak çapta bir stüdyom var, burada mix ve kayıt işleri alıyorum. Farklı artistlerin ve müzik, ritim ya da bestelerine, farklı fikir isteyen grupların müzik ve ritimlerini çalıp aranje edip kaydedip satıyorum. Bir de ufak tefek film ve belgesellerin müziklerini yapıyorum. Bu yıl kendi film müzik kompozisyonu şirketimi kurup o tarafa daha çok yönelmek istiyorum.

 

 

Bu apayrı projeler kendini keşfetme yöntemi sayılabilir mi? Ortaya günün sonunda nasıl bir his çıkıyor?

Evet, kendimi keşfetmeme yardımcı oluyor, aynı zamanda sabah uyandığımda bir amacımın olmasını sağlıyor. Özellikle YouTube videoları bana çok fazla şey öğretiyor, bütün müziği, kaydını, miksajını her şeyi ben yapıyorum. Okulda öğrendiklerimi geliştirmemi ve unutmamamı sağlıyor. Çok düşük bütçeli kendi çapımda videolar çekiyorum ama eğlenceli, spor yapmak gibi, kafamı meşgul tutuyor. Günün sonunda bakıp yaptığım hataları analiz edip bir dahakine nasıl daha iyisini yapabilirim diye uğraşıyorum. Günün sonunda mutlu oluyorum kendimi geliştirmek beni mutlu ediyor.

 

Game of Thrones dizisinin açılış müziğini yorumladın. Yine bu tip cover projelerin gelecek mi?

Bu proje benim ilk cover videomdu. Kendi müziğimi yapmaktan yorulmuştum ve başkalarının da bildiği bir parçayı yorumlamak istedim o yüzden bunu seçtim. Evet, daha fazla cover videoları yapmak istiyorum ve başka müzisyenlerle de çalışarak farklı tarz videolar yapma fikirlerim var. Sadece çok zamanımı alıyor işin gücün arasında bir dakikalık videoyu yapmak yirmi saatten fazla zamanımı alıyor. O yüzden önümüzdeki projelerde daha basit videolar yapmaya başlayabilirim. 

 

 

 

Pareidolon adlı grupta eşin de yer alıyor. Grup içi dinamikleri nasıl işliyor?

Eşimle ben dört yıl önce Selkirk’te tanıştık okuldayken sadece arkadaştık. Aynı gruplarda ve projelerde çok çalıştık. Pareidolon da bu projelerden biri. Grup içi dinamikleri hala eskisi gibi aynı profesyonel ortamda çalışıyoruz. 

 

Türkiye’de bir şeyler yapmayı düşünüyor musun?

Gerçekten çok isterim, Türkiye sonuçta benim evim ama yedi yıldır Kanada’da yaşadığımdan oradaki sanat çevresinden uzaklaştım. Birileri benimle iletişime geçerse ve çalışmak isterlerse seve seve yardımcı olurum. Önümüzdeki günlerde belki çalıştığım gurupların bir tanesiyle Türkiye turnesi yapabiliriz, eğlenceli olur.

 

İzmirli Türk bir müzisyenin Kanada’da kendi müzik kültüründen edindiği avantajlar ve dezavantajlar var mıdır?

Evet, biz Türkler olarak çok özel ve farklı bir müzik kültüründe büyüdük. Sadece müzik kültürü değil. Nasıl oturup nasıl kalkılacağını, saygıyı ve sevgiyi biliyoruz. Kanada’da bir İzmirli Türk olmanın çok ekmeğini yedim. Biz her sabah andımızı söyleyen, TRT’deki şarkılarla türkülerle büyüyen bir nesil olduk. Müzik kulağı ve müzik duygusu gerçekten genç yaşta bize farkında olmadan verildi aslında. Türk müziği gerçekten çok özel, duygu dolu ve geçmişi olan bir müzik. Kanada’da müzik okurken buradaki ritim ve müziklerin çoğu bizim müziklerimizden sonra çok kolay geldi. Biz dokuz sekizlik türküler, Cem Karaca ve Erkin Koray gibi büyük üstatların eserlerini duyarak büyüdük ve gerçekten Türk kültüründen gelmiş olmak bana burada büyük bir avantaj sağladı. Biz Türkler olarak müziği farklı şeklide yorumluyoruz ve ben Kadanada’da yaşayan bir Türk müzisyen olarak buradaki bütün projelerimde ve çalışmalarımda o Türk kulağından tınılar ve duyguları çoğu zaman farkında olmadan müziğe ekliyorum. Bence buradaki çoğu müzisyen o yüzden benimle çalışmak istiyor çünkü onların hiç duymadığı ya da hissetmediği duyguları müziklerine katıyorum. Keşke ülkemizde sanata ve müziğe çok daha fazla değer verilse. Gerçekten değerimizi bilmiyoruz. O kadar fazla potansiyelimiz var ki… Umarım bir gün Kanada’da sanata verilen değer, Türkiye’de de verilir böylece benim gibi kendi çapına sanatçılar sadece sanatlarıyla hayatlarını geçindirebilir ve dünya çapında ödüller kazanıp Türk sanatını dünyaya tanıtabilirler.