Yunus Ozan Korkut: Hayattaki acılarım sınıf mücaledesiyle ilgili
Adana Ceyhan’da yaşayan insanların hayatlarından kesitler sunan Benim Varoş Hikayem, bu semtte yaşayan insanların hikayelerine yalın bir biçimde değiniyor. Mahallede Robin Hood misali gezinen Rokko ve Çetesi, rap müzik yapanlar, feminist bir köy muhtarı, bir kuş çalma üstadı, dilinden küfür vücudundan faça eksik olmayan gençler...
İlk gösterimini Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapan bu belgesele zamanında suçu ve suçluyu övmek suçlamasıyla dava bile açıldı. Belgesel, Antalya Film Festivali Belgesel Seçkisi İzleyici Ödülü’ne aday gösterildi. Filmin çekildiği mahallede doğup büyüyen Yunus Ozan Korkut, çocukluğundan beri sinemaya gönlünü vermiş durumda. Antikahramanların hikayelerini anlatan başarılı yönetmen Yunus Ozan Korkut ile belgeseli, neden bu işi yaptığını, kentten Ceyhan'a bakmaları konuştuk.
Mualla adlı kısa filmin sonunda siyah beyaz fotoğraflar görüyoruz. Gerçek bir hikaye mi? Kimdir Yusuf Baki?
Yusuf Baki, o dönem Ankara'da içinde bulunduğumuz ruh halinin temsilcisi. Hayal kırıklıklarımızı anlattığımız, arkadaşım Mustafa'ya birlikte yarattığımız bir karakterdi. Gerçekle herhangi bir bağı yok; Ankara melankolisinin Adanalı sinema yapmaya çalışan çocuklara armağanı. Fotoğraflar Yusuf Baki karakterini oynayan Halil Abi'nin gençlik fotoğrafları. Eski günleri özleyen bir adamı betimlemek için kullandık, daha fazla bir anlamı yok.
Aslında amacınız Gün Batımından Ayrıntılar adlı bir film çekmekti. Onun konusu neydi? Ne durumda o film, çekecek misiniz?
Gün Batımından Ayrıntılar, benim çocukluk anılarımdan izler taşıyan bir proje. Bedelli askerlik parasını bulmak için varoş mahallesine dönen Yusuf'un, mahalleden arkadaşlarıyla sokak yemekleri satıp askerlik parasını kazanma çabasını anlatıyordu. Bir "oradan çıkamama" hali. Benim anlattığım hikayelerin ortak noktası bu sanırım. Eğlenceli ya da hüzünlü, hepsi "oradan çıkamama"yı anlatıyor. Nedenini bilmiyorum. Bir gün para bulabilirsem çekeceğim ama yakın vadede görünmüyor.
Ceyhan’da yaşayan kişilerin hikayelerini içindeyken değil de kent yaşamının ardından anlamışsınız. Kentten Ceyhan’a nasıl bir bakış açısı oldu?
Memleketten ayrıldıktan sonra hikayenize, geçmişinize, bağlarınıza başka bir gözle bakıyorsunuz. Kentin alışkanlıkları, yaşama biçimleri, kaygıları, adı her ne ise taşradan çok farklı. Hayatınız boyunca oradan kurtulmaya çalışıyorsunuz, oradan kurtulsanız da geçmişiniz peşinizi bırakmıyor. Zidane için söylenmiş bir söz vardı. Yaşadığı banliyöden bahsederek, "Zidane’yi oradan çıkarabilirsiniz ama mahallesini Zidane’den çıkaramazsınız" diye. Kentli alışkanlıklarınla mahalene baktığın zaman daha oryantal, daha eşsiz buluyorsun ya da ben öyle buldum, bilmiyorum.
Herkesin iyi bildiği hikayeyi anlatması gerektiğini söylüyorsunuz. Bir anı, bir yara, bir çocukluk, yaşanmışlık olmadan anlatılan hikayeler nasıldır?
Herkesin bildiği hikayeleri anlatmasının önemli olduğunu düşünüyorum çünkü yaptığım işte bilgi ve bakış çok önemli. Ayrıca hikayeyi bilmek estetiğini de bilmek anlamına geliyor. İşim gereği bilmediğim hikayeleri de araştırarak, okuyarak anlatmaya, çekmeye çalışıyorum fakat bildiğim bir dünyayı, öyküyü anlattığım zaman ürün daha iyi oluyor. Beni de daha çok heyecanlandırıyor haliyle. Hikayeyi iyi anlatanın kazanacağını düşünüyorum, eskiden de öyle düşünürdüm. Hikayenin gerçekliğiyle, inandırıcılığıyla ilgisi yok, bunu çevremizde sürekli görüyoruz. İktidar ve muhalefetin söylemlerinde, reklamlarda, haberlerde, arkadaş ilişkilerinde, her şeyde...
Ceyhan'daki insanların hikayelerinin anlatılması gerektiğini söylüyorsunuz, neden?
Bu insanların hikayeleri coğrafyayla, sınıfla, kültürle ilgili. Hayattaki bütün acılarım sınıf mücadelesiyle ilgili. Fakir bir çocukluk geçirdim, öykünerek, isyan ederek. Doğuştan sahip olduğum, seçme şansımın olmadığı sebepler yüzünden. Anlattığım insanların, arkadaşların da acılarının temeli bu. Belki onlar ifade edemiyorlar, ben onların yerine anlatmak istedim. Güldüğünüz şeylerle sizi hüzünlendirmek istedim çünkü bu hüzünlü bir hikaye. Yoksulluk kalp kırar.
Benim Varoş Hikayem bu kadar ünlü olduktan sonra orada yaşayan kişilerin hayatlarında bir değişim oldu mu?
Bence olmadı. Olmasını da beklemiyordum. Onların hayatlarında değişiklik olması onlara bağlı değil. Ülkemizin durumuyla ilgili. Daha eğitimli, daha refah bir ülke olduğumuz zaman, onlar da hayata dair umutlanacaklar.
Bir röportajınızda “Benim olayım çirkini resmetmek, onu anlatmak” demişsiniz...
Bukowski'nin "Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu hergeleyi..." diye devam eden bir metni vardır. Ben de tam böyle hissediyorum; antikahramanların içinde büyüdüm, hırsızların, kafa tutanların, kalbi kırılanların, 70 yaşında amelelik yapanların... Hepsini de çok sevdim. Yakından, çok yakından tanıdığım dünya bu, çirkin bir dünya. Ama ben çirkinin de estetik bir bakışla anlatılabileceğini düşünüyorum. Daha gerçek, daha bizden, daha hayatın içinde. Fakir bir estetik anlayışım var. "Fakir Estetik" diye bir makale okumuştum zamanında, en sevdiğim yönetmenlerden biri Alain Resnais ve en sevdiğim ressamlardan Mark Rothko’nun estetik anlayışından "fakir estetik" olarak bahsediyordu. Farklı sınıftan iki sanatçıyla kendimi nasıl aynı yerde görüyorum sorusunun cevabını bilmiyorum. Bu nasıl anlatacağımı bilmediğim bir konu.
Kentli insanın filmdeki karakterlere yönelttiği cümlelerle, duygularla ilgili bir sıkıntınız oldu mu?
Aslında olmadı, YouTube yorumlarını saymazsak. Şahsıma olmadı. Sinemada 8 bin kişi izledi zaten, onlara temas etme şansım pek olmadı.
Amores Perros adlı filmden çok etkilendiğinizi dile getiriyorsunuz. Sizi bu kadar etkileyen neydi?
Amores Perros’u 18 yaşımda izlemiştim ve çok etkilenmiştim. O zamanlar insan neden etkilendiğini pek bilmiyor. John Ford’a “Neden böyle filmler yapıyorsun?” diye sormuşlar bir röportajında, sinirlenip masadan kalkıp gitmiş, çünkü bunun bir cevabı yokmuş. O dönem öyleydi ama şu an 30 yaşımda neden bu kadar etkilendiğimi düşündüğümde, parçalı anlatım yapısı, Adana’nın dokusuna çok benzeyen renk paleti, müzik kullanımı, hikaye anlatmaya bakışı, kamera dili, kuralları umarsamayan hatta bunları yıkan bir reji. En önemlisi de bizim oralara çok benziyordu, en azından ilk hikayenin atmosferi ve hayat kaygıları. Antikahramanların filmiydi. Gonzales, Yılmaz Güney’in "Yol" filmini izledikten sonra bu senaryoyu yazıyor. Fatih Akın da Amores Peros’tan esinlenerek yaşamın kıyısında filmini yapıyor. Bahsettiğim bu üç yönetmeni de çok seviyorum. Nasıl açıklayacağımı, anlatacağımı bilmediğim bir bağımız var sanırım. Filmden sonra Fatih Akın’la mailleşme şansım oldu. Filmi izlemek için link istemişti, dönem dönem yazıştık. Film adına beni en mutlu eden şeylerin başında Fatih Akın’ın filmi izlemesi ve beğenmesi olmuştu. Kendime örnek aldığım yönetmenlerden biridir.
Tüm bunları neden yapıyorsunuz?
Çocukluktan beri uydurma hikayeler anlatırdım. Bir anlatma isteği aldı gidiyor. 18 yaşımdan beri başka bir şey hayal etmedim. Film yapmayı düşünmediğim tek bir gün bile olmadı. Bu ilk gençlik yıllarımda çok eğlenceliydi fakat sonradan bir saplantıya, geri dönülemez bir şeye dönüştü. Umarım başarabilirim. Belki o zaman ruhum huzur bulur, kendimle barışabilirim.
Yunus Ozan Korkut'u Instagram hesabından takip edebilirsiniz.
Not: Fotoğraflar görme engelli okuyucularımız için betimlenmiştir. Görsellerin altında bulunan yazılar bu amaca hizmet etmektedir.