16 Mar 2020
Gülay Güler

Canan Hoşgör: Yalnızlık benim olmazsa olmazım

 

Yaklaşık otuz yıldır ekranlardan tanıdığımız ünlü oyuncu Canan Hoşgör artık İzmirli. Hoşgör, İstanbul'un kaosundan o kadar bunalır ki mesleğini icra edememeyi göze alarak sakin bir kasaba ve çiftlik hayalleriyle Urla'ya taşınır. İzmir'de yalnız ve huzurlu bir hayat süren Hoşgör, İzmir'in yerel kanalı CTT'de hafta içi her gün "Canan Hoşgör ile Hayatın Tadı” adlı kadın programını sunuyor. 

 

Kendisiyle yakın çevresindekiler dışında kimsenin bilmediği özelliklerini, İzmir'e taşınma nedenlerini, hayallerini, İzmir'de neler yapmaktan, nerelerde bulunmaktan keyif aldığını ve TV programının detaylarını konuştuk. 

Aslında birçok kişi sizi çok yakından tanıyor, ancak bize kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? "Bu yönümü kimse bilmez" dediğiniz bir özelliğinizi bizimle paylaşmak ister misiniz?

Herkes beni yakından tanıyor mu? Evet, herkesin benimle ilgili az çok bir fikri vardır. 30 yıla yakın bir zamandır bazen işimle bazen özel hayatımla ekranlardayım. Kimsenin bilmediği ilk aklıma gelen özelliğim ise tek iş yapmayı asla sevmemem. Bir iş yaparken mutlaka başka bir iş daha yaparım. Mesela yemek yaparken mutlaka bir şeyler izlerim, dizi izlerken telefonla oyun oynarım. Hayat çok kısa, zaman çok kıymetli. Tek bir işi yapmak beni asla tatmin etmiyor. Onun dışında çoluğuyla çocuğuyla ilgilenen, evde yemek yapan, akşam yatan, sabah kalkan bir insanım.

Aslında restorasyon bölümü mezunusunuz, oyuncu olmaya ne zaman karar verdiniz? Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?

Çok okuyan bir çocuktum. Yazarlığın, bir eser bırakmanın çok kıymetli olduğunu o zamanki aklımla fark etmiştim. "Ben bu dünyadan sıradan bir insan olarak göçüp gitmeyeceğim ve yazar olacağım" diye karar almıştım, hala bir şey yazmadım ama aklımda bir şeyler yazmak var. Yazar olamadım ama çok okudum. Tiyatro ile üniversitede tanıştım. Ben kasaba kızıyım. Bandırma'da bitirdim liseyi. O kadar okumama rağmen oyunculuk için bir lisans programı olduğunu bilmiyordum. Bizi hep "Doktor, mühendis, öğretmen olacaksın" diye kodladılar. Sosyal anlamda çok aktif olmaya çabalayan bir çocuktum ama babam çoğu zaman engel olurdu, yapamazdım. Hatta bir gün babama sinirlenince, onu "Üniversiteyi kazanayım, tüm kulüplere yazılacağım" diye tehdit etmiştim. Restorasyon bölümünü kazanıp İstanbul'a geldim. Hakikatten de üniversiteye girer girmez tüm kulüplere, etkinliklere katıldım. Fakat bir süre sonra hepsini aynı anda yürütmekte zorlandım. Sonra oyunculuğa aşık olduğumu anladım, tiyatro yapmaya karar verdim. Üniversite yıllarımda çok ciddi tiyatro çalışmalarım oldu. Çok güzel oyunlar çıkardık. Türk tiyatrosuna çeviri de olsa oyun bile kazandırdık. Üniversite uzadı çünkü daha çok tiyatro ile ilgileniyordum. Bir yandan ufak tefek televizyon başladı ve hikaye bugünlere geldi. 

En çok etkilendiğiniz rol hangisiydi? Karaktere nasıl hazırlanıyorsunuz? Çalışma disiplininizden kısaca bahseder misiniz?

En çok etkilendiğim rolü değil de içinde olmaktan en çok keyif aldığım projeyi söylemek isterim. Yirmi sene önce çektiğimiz Şellale filmin kadrosunda olmak benim için hala gurur verici. Kadroda Tuncer Kurtiz, Aykut Oray, Ali Sürmeli, Hülya Koçyiğit, Fikret Kuşkan vardı. Aralarında olmak çok keyifliydi. Soruyu "En güzel rol, henüz oynanmayandır" diyerek yanıtlamak istiyorum. Yeni roller için heyecanlanıyorum.   

 

Karakter çalışmaları aslında role göre değişir. Karadenizli ya da Doğulu bir kadını oynayacaksanız biraz lehçe çalışmanız gerekir. Bir Metin Akpınar değiliz ki cebimizden lehçe çıkarıp konuşalım. Oynadığımız karakterin fiziksel özellikleri normalin üstündeyse -örneğin Selenay Sarıkaya, Fi dizisi için bale, dans eğitimleri mutlaka almıştır- bu gibi roller gelirse mutlaka eğitim almak gerekir. Bunların dışında benim oyunculuk metodum "Mış" gibi yapmak. Yüzde yüz rolün içine girme taraftarı değilim. Böğüre böğüre ağlarken bile zihnim acaba doğru mu yapıyorum, doğru açıda mıyım diye düşünür. Beden ve zihin hep bendedir. Bu sahnede de öyle. Tiyatro oynarken de elli tane şeyi bir anda düşünmek zorundayız. Bazı teknik konular zamanla içselleşir ama yine de karşınızdaki oyuncuyu kontrol etmek gibi zorundalıklarınız vardır. Acaba doğru mu söyledi? Dinlemezseniz karşınızdaki yanlış bir şey söylediğinde siz doğru repliği söylerseniz bile ortaya çok saçma sapan bir şey çıkar. Zihin her zaman çalışmalı. Bu bahsettiğim özel durumlar dışında duygusal bir rol geldiğinde şunu söyleyebilirim: Aslında o duyguların hepsi sizin içinizde var. Yaşadığımız dünyada hissettiğimiz, bildiğimiz duygular onlar. O an hangi duygu gerekiyorsa onu içinizden çıkartın.  

İstanbul’dan İzmir’e taşınmanızın nedenleri nelerdi?

İzmir'e taşınalı bir yıl, sekiz ay oldu. Aslında bundan beş sene önce İstanbul'dan taşınma kararı almıştım. İstanbul'da yaşadık, çalıştık, güzel zamanlar geçirdik ama benim için İstanbul miladını doldurmuştu. İstanbul'da sürekli bir işim yoktu. Sarıyer taraflarında banliyöde oturuyordum ama küçücük bir iş için şehre inmek dört, beş saatimi alıyordu. Artık zamanımı böyle tüketmek istemediğime karar verdim, daha keyifli şeyler yapmak istedim. Hep bir çiftlik hayalim vardı. Biraz toprakla oynayayım, tavuklarım, keçilerim olsun istiyordum. 

Canan Hoşgör'ün üzerinde siyah bir tişört var. Elini çenesine dayamış gülümseyerek poz veriyor. Saçları omuzlarına dökülmüş.

O hayaliniz gerçekleşti mi peki?

Henüz gerçekleşmedi. Bir takım talihsizlikler yaşadım, soyuldum. Dava sürüyor, bir tek yargıtay kısmı kaldı. Yüksek cezalar çıktı. Üç sanık ceza aldı ama paramı telafi etme konusunda henüz bir gelişme olmadı. O yüzden hayallerimi ertelemek zorunda kaldım. Ama kasabada, sakin bir hayat yaşama hayalimi gerçekleştirdim. İki kızım var; bir kızım yurt dışında, bir kızım benimle yaşıyor. Küçük kızım daha on üç yaşında, onun okul hikayesini de düşünmek zorundaydım. Taşınacağız dediğimda ilk olarak bana "AVM var mı orada anne?" diye sordu. Onun için İzmir, Urla çok doğru bir karar oldu. Hem büyük şehir konforundayız hem kızım iyi bir okulda okuyor hem AVM, sinema, konser, tiyatro olsun her yere kısa bir sürede gidebiliyoruz. Aynı zamanda sakin kasaba hayatı da yaşıyabiliyoruz. Urla çok güzel bir kasaba, hem toprağı hem denizi çok zengin.

İzmir'de neler yapmaktan, nerelerde bulunmaktan keyif alıyorsunuz?

İzmir'de çok sakin bir hayat yaşıyorum. Evimi, yalnız olmayı çok seviyorum. Yalnızlık benim için kaçınılması gereken bir şey değil, yalnızlık benim olmazsa olmazım. Evde hiç sıkılmıyorum, kendimi oyalayacak birçok şey bulabiliyorum. Çok fazla film, dizi izliyorum. Az sayıda ama benim için çok kıymetli arkadaşım var. Onlarla vakit geçirmeyi seviyorum. Arkadaşlarımın İzmir turneleri oluyor, onların oyunlarına gidiyorum. Tiyatro oyunlarını takip ediyorum. Yaz geliyor, yürüyüşlere başlama vakti geldi. Urla İskele bölgesinde yürüyüş yapmayı seviyorum. 

Neler izlemekten keyif alıyorsunuz?

Takip ettiğim birkaç Türk dizisi var ama daha çok yabancı dizileri takip ediyorum. Şu an Blacklist izliyorum. İzlediğim, izlemek istediğim birçok dizi var. Eskiden sadece Lost, Prison Break vardı, onları izlerdik. Şimdi derya gibi. Vikingler, Stranger Things, La Casa de Papel gibi birçok dizi izliyorum. Dipsoman olduğum için bir sezonu çok kısa bir sürede bitiriyorum. 

"Canan Hoşgör ile Hayatın Tadı” adlı programınızın içeriğinden bahsedebilir misiniz? Yeni projeler var mı?

Aslında mesleğimden vazgeçmeyi göze alarak İzmir'e taşınma kararı aldım. Çoğu oyuncu artık İstanbul'da oturmuyor. İstanbul'un insanı yoran halinden çoğu sanatçı kaçmaya çalışıyor. Evet, işlerin çoğu İstanbul'da ama İstanbul dışında da birçok iş oluyor. İstanbul'da yaşarken Asmalı Konak döneminde bir buçuk sene Ürgüp'te yaşamıştım. Karadeniz'de, Ege'de birçok dizi çekiliyor ve oyuncu arkadaşlarımız dizi nerede çekilirse orada yaşıyorlar. "İş gelirse buradan İstanbul'a gider gelirim" diye düşündüm. Buraya yerleştikten bir yıl sonra CTT kanalı açıldı. Oradan işi teklif geldi. Bence harika bir buluşma oldu. Onlar için de burada yaşayan ve bu işleri yapan birinin olması şans, benim için de İzmir'den yayın yapan, ulusal bir kanalın olması şans. "Canlı yayın, bir kadın programı yapalım" dediler. Ben de "Tamam" dedim. Benim daha önceden sunuculuk deneyimim olmuştu. Altı ay kadar TRT Çocuk'ta Zeynep Kasımlıoğlu ve Op. Dr. Banu Çiftçi ile "Anne Çocuk" programını sunmuştuk. Programın içinde sağlık, eğitim, yemek, ünlü konuklar vardı. Böyle bir deneyimim olduğu için cesaret etmekte bir sakınca görmedim. Bu sefer konuklarla tek başımayım ve çok uzun süre konuşuyorum. 45 dakika, bir saate yakın süren programımız var. İzmir'den işinde uzman, STK'lardan, oynculardan ve birçok sektörden konuklar ağırlıyorum. Güzel gidiyor. Kanal da memnun. Biraz yorucu, haftada beş gün canlı yayın yapmak zor bir iş. Sadece yayın zamanınızı almıyor, onun hazırlık süreci de oluyor. Öğlen buradan çıkıyorum, sponsorlarıma uğruyorum, kuaföre gidiyorum, kanala geliyorum gelen konuklarla ilgili, konu ile ilgili araştırma yapıyorum. Ben sunucu, spiker değilim, ben oyuncuyum. Bir oyuncu olarak orada varım. Tabii doğru düzgün konuşmaya, anlaşılır olmaya çalışıyorum ama "Hata yapmayayım, hiç bir cümleyi yanlış kurmayayım" diye bir kaygım yok. Daha çok doğal olmaktan yanayım. Hatamla, sevabımla var olmaya çalışıyorum. Bir şeyi yanlış söylersem "Upps" diyip düzeltiyorum. Rahat olduğumu düşünüyorum. Gelen konuklar da çok memnun. Birçok doktor ağırladık. Onlardan çok güzel iltifatlar alıyorum. Psikolog bir konuğum bana "Meslektaşım ile sohbet ediyormuşum gibiydi" demişti. Başka bir kadın doğumcu konuğum da yayın sonunda "Sizin IQ'nuz çok yüksek" demişti. IQ'mun çok yüksek olduğunu düşünmüyorum ama çok iyi bir dinleyici olduğumu biliyorum. Yayın öncesi çok ciddi çalışma yapıyorum. Standart sorulardan ziyade konuştuğumuz konunun bizi götürdüğü yer önemli benim için. Konuyu açıp detaylandırabiliyorum. 

Kızınız Zeynep de oyunculuk okuyor sanırım. Onu ekranlarda görebilecek miyiz?

Zeynep'in bu dönem lisans programı bitiyor. Güzel bir projeyle iki, üç ay sonra karşınıza çıkacak. Yurt dışında kalmak, orada tiyatro yapmak da istiyor. Yeni nesili çok akıllı buluyorum. Ne istediklerini, istedikleriyle ilgili ne yapmaları gerektiğini çok iyi biliyorlar. Zeynep çok yetenekli, enejisi çok yüksek bir çocuk. Zeynep ne istediğini çok iyi biliyor ve bunun için çok çalışıyor. Onun kararlılığını ve yeteneğini gördükçe ben de tabii ki ona çok destek oluyorum.  

Hep oyuncu olmak istiyor muydu?

Zeynep bu işin çok içine doğdu. Zeynep'i doğurana kadar çalışmıştım. Doğumdan çok kısa bir süre sonra setlere dönmüştüm. Zeynep setin içinde büyüdü diyebilirim. Sanki başka şansı yoktu. Hiç hevesi, hiç yeteneği olmasaydı, oyunculuk yapmayabilirdi tabii. Bir anne olarak onu da desteklerdim. Ama bu yolu seçti, çok da başarılı olacağını düşünüyorum. 

Küçük kızınız Ayşe'nin oyunculuğa merakı var mı?

Bence Ayşe'nin de oyunculuğa merakı var ama onun önündeki modeller o kadar güçlü ki; baba, anne, abla. Bazen çekiniyor bazen yükseliyor. Kesinlikle oyunculuğa yeteneği var ama yazma yeteneğini daha güçlü buluyorum. Çok iyi yazıyor. Bahsettiğim şey küçük hikayeler değil; o kadar güçlü betimlemeleri, o kadar büyük bir hayal dünyası var ki yaşının çok üstünde bir yeteneğe sahip olduğunu düşünüyorum. Bence yetişkin insanlardan daha iyi yazıyor. Daha küçük olduğu için meslek konusunda sürekli kararı değiştiriyor ama onun da bizim dünyamızdan uzağa düşeceğini düşünmüyorum.

Peki siz hala yazmak istiyor musunuz? 

Çok istiyorum. Çocukluğumda roman yazmak istiyordum ama şimdi bir oyun yazmak gibi düşüncem var. 

Not: Fotoğraf görme engelli okuyucularımız için betimlenmiştir. Görselin altında bulunan yazı bu amaca hizmet etmektedir.