Cem Güventürk: Çocuk gibi yaşamak, hissetmek, boyamak gerek
Cem Güventürk, 1989 İzmir doğumlu bir karikatürist. Anadolu GSF’de Çizgi Film-Animasyon bölümünde eğitimini tamamlayan Güventürk Calling, Kafa,Uykusuz gibi dergilerde çiziyor. Ayrıca Çünkü Bir Anlamı Vardır, Yine Öyle Hissettiğinde, Sanki Sen Aynı Ben adlı üç kitabı bulunuyor. Güventürk’ün karikatürleri size sizi anlatıyor izin verirseniz. Kapılarınız çok kapalı değilse oralardan size, sizi işaret ediyor. Bazen bir yara bandı oluyor çizdikleri bazen bir açık yarayı işaret ediyor.
Hissizmiş gibi davranmayı cool olmak sandığımız bir garip zaman diliminde o kendini gözler önüne seriyor. Kırılganlığıyla, komikliğiyle, düşün düşün düşünmeleriyle karşımıza çıkıyor Cem Güventürk. O, kendi olabilen, bunu cesurca paylaşabilen insanlardan. Onunla çizgilerindeki karakterlerin kulaklarını, çocuk gibi yaşayıp çizmeyi, üretim aşamasının sancılarını ve daha pek çok konuyu konuştuk. Kendisini Instagram ve Twitter üzerinden de takip edebilirsiniz.
Çizimlerindeki karakterlerin kulakları çok karakteristik ve bu senin çocukluğunda dalga geçilen kulaklarınla ilgili. Bu durumu karikatürleştirmek, yetişkinlikten çocukluğu gözetmek, korumak anlamına da gelebilir mi?
Bu bir intikam aslında. Kulak mevzusu başıma çok iş açmış bir konuydu ilkokulda. Şu anki çizimlerime daha çok benziyordu kulaklarım. İmza gününde bir çocuk o çizimleri bayram şekerine benzetmişti. Sonradan baktığımda cidden ben de benzettim.
Okulda bununla ilgili çok şakaya maruz kaldığım için bununla ilgili bir şey yapmak istedim. “Ulan kulaklarıma ya estetik yaptıracağım ya da kulaklarımla ilgili öyle bir şey yapacağım ki atıyorum kız arkadaşlarınız beni okuyacak” diyordum. Bir nevi intikam aslında. Onun özel bir seçim olduğunu her yerde söylüyorum. Kulakları büyük çizmek istiyorum çünkü bu travmatik bir durum. Çizgilerim ise onun intikamı. O kulaklarla dalga geçen insanların karşılarına yine o kulakların çıkıyor olması bana kendimi iyi hissettiriyor.
Günümüzden geçmişe bir nanik yapma durumu gibi mi?
Aynen, kesinlikle. Sonuçta karikatürist olmak çocuk gibi hissetmekle çok alakalı bir şey. Öyle hissettiğimiz için karikatürist oluyoruz. Çocukken bağıramadığın ya da birilerine nasıl davranacağını söyleyemediğin için, kendi içinde yaşadığın için kağıtta bir şeyi dillendiriyor ve bağırıyor olmak çocukluğun intikamı. Bu bir nevi senin çocukluğunla ilgili bir rövanşın aslında. Bugüne kadar yapamadığın her şeyi kağıt üzerinde bağımsız bir biçimde yapabiliyorsun. Her şeyi söyleyebiliyor, her şey hakkında bağırabiliyorsun. Mizah böyle bir şey aslında; işaret etmekle ilgili bir şey. Bir nevi: “Benim bununla derdim var, ben bu şekilde bu derdi dışarı vuruyorum” diyorsun. Kulaklar da bu işin bir parçası.
“Yaşasın çocuk gibi olmak, yaşasın çocuk gibi düşünmek” diyorsun. Çocuğun çok doğru bir şey olduğunu söylüyorsun. Peki insan çocuk yanıyla nasıl davranır, düşünür, yaşar? Onu ortaya çıkarmak nasıl mümkün kılınır?
Meslek gereği biz aslında çocukluktan çıkmıyoruz. Çocukluktan çıktığın an işlerin de baş aşağı gitmeye başlıyor. Amatör ruha karşılık gelen şey aslında çocuksu ruh. Onu kaybettiğinde işlerin beklenen etkiyi almıyor; okuyucu o samimiyeti hissetmiyor. Çocuk gibi yaşamak, çocuk gibi hissetmek, çocuk gibi boyamak gerek çünkü çocuk gibi yaşamak en doğru saptamaları yapmanı sağlıyor. Fernando Pessoa’nın kitabını okumuştum askerdeyken, orada bir örnek vardı: Bir çocukla karşılaşıyor Pessoa. Çocuk “ağlamak istiyorum” demek yerine “gözüm gözyaşı istiyor” gibi bir şey söylüyor. Ne kadar doğru bir tabir bu. Karikatürlerde yapmak istediğim şey o: İnsanların ağlama isteklerini ben “benim gözüm gözyaşı istiyor” şeklinde çizmek istiyorum. Aynı şeyi söyleyip, aynı yola çıkıyoruz, ben sadece biraz daha çocuksu ve farklı bir yönde anlatmak istiyorum. İnsanlar da bunu samimi buluyorlar. Okuyucuyla da aramızda böyle bir bağ var.
Sen doğal yanınla çocuk gibi yaşayıp gidebiliyorsun. Bunu yapamayan insanlar için bir tavsiyen var mı?
Kendimi birine herhangi bir konuda tavsiye verebilecek durumda görmüyorum. Ege Üniversitesi’ne gittiğimde biri kız arkadaşından ayrıldığını ve ne yapması gerektiğini sordu bana. Bir hostesli karikatürüm vardı. Hostes uçak kalkmadan önce bir sürü şey anlatır ya. Benim karikatürümde “O kadar şey hakkında bilgi verdin. Ama geride kalanları nasıl daha az özleyeceğimizle ilgili tek bir şey söylemedin.” diyordu. Mesela bu kişi, karikatürlerden yola çıkıp beni belki psikolog olarak görüyor. Benden bir çıkış yolu istemesi acayip. Ona da bu bunu söyledim: O terapi koltuğunda beraber uzandığımız için birbirimizi anlıyoruz. Ben onu işaret eden adamım sadece.
Küçük yaşlardan beri çiziyorsun, uzun süre de dergilere espri formatında amatör karikatürler yolladın. Eski tarzınla şu anda çizdiklerin arasında çok büyük fark var. O kırılma nasıl oldu?
Sanat genel anlamda kırılma noktalarıyla gidiyor. Bu mizah dergilerinde de böyle. Leman, Gırgır gibi dergilerden yeni şeyler üretildi. İçerik olarak bakıldığında hepsi birbirinden farklı dergiler. Çizerler de modern dünyaya ayak uydurmak zorunda olan sanatçılar. Çizgi anlamında da, tarz anlamında da döneme uygun olman gerekiyor. Mesela artık patlıcan burunlu tipler çizmiyoruz. Bu biraz da popüler kültürle ilgili. Z kuşağı şu an Oğuz Aral’ın Avni karakterini bilmiyor. Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık lafını bilirsin. Biz de hepimiz Oğuz Aral’ın paltosundan çıkmışızdır. Ancak Z kuşağını bu şekilde yakalamak çok zor. Başka bir dil, başka bir anlatım bulmanız gerekiyor. O çağa uygun şeyler anlatmak okuyucuda her zaman karşılık bulur.
Mizah dergisi okuyucusu biraz konservatiftir; hemen yeni olanı kabul etmez, yeni bir çizeri hemen benimsemez. Zamanla kabul ettiriyorsun kendini. Ama kırılmak kolay bir iş değil ancak olması gereken bir iş.
Üretim aşamasının sancılarından ve neşelerinden bahseder misin?
Üretim aşaması eğlenceli değil, gerçekten sancılı bir süreç. Ama bunu tabii ki keyifli hale getiriyoruz. En sevdiğimiz müzikleri dinliyoruz, sevdiğimiz bir şeyleri yiyip içiyoruz. Bir nevi kendini kandırma, kendine küçük rüşvetler verme durumu var… Hiçbir sanat dalında bu kadar hızlı ve yoğun bir çalışma sistemi olduğunu düşünmüyorum. Beste yapıyorsanız her hafta altı ayrı beste yapmak zorunda değilsinizdir mesela. Biz her hafta bir şey yapmak zorundayız. Üretim aşaması çok zor. Dönüp baktığımda bunu nasıl yapıyoruz diye düşündüğümde bununla ilgili en büyük dayanağımız geçen hafta da bunu yapabilmiş olmamız. Elimde bir zaman makinesi olsa gelecek haftaya ışınlansak bana da sürpriz olur. Çünkü bilmiyorum ne yapacağımı. Sürekli antrenmanlı olmak gerekiyor. Her üniteden sorumlu olduğun bir sınav gibi… Her soru ve her cevap bir şekilde senin mesleğine çıkıyor. Bu ise hem zor hem maceralı hem de eğlenceli bir durum.
Geri dönüş alamadığın zamanlara dönelim. Hiçbir yerden cevap alamadığın zamanlarda denemeye devam edecek morali, kararlılığı, inancı ve cesareti nasıl buldun?
Bence aşkla, çok sevmekle alakalı bir şey bu. Hiçbir yerde yayınlanmasa da ben yine kendi kendime çizerdim. Mizah dergilerinden de “biz sizi haftaya ararız” diyen şirketlerden kovulduğun gibi kovulmuyorsun. “Biz burada böyle şeyler mi yapıyoruz!” diyerek kovuyorlar. 15 yaşında bir insan için oldukça hayal kırıklığıyla dolu bir durum. Sonrasında çalıştığım özel şirketlerde hiçbir tavır bana pek koymadı açıkçası. Mizah dergilerinden kovulma geçmişi bana çok şey kazandırdı. O kadar zor beğenen, huysuz, baskıcı adamlarla çalıştık ki, hiçbiri iş yerindeki patronlar, askerdeki komutanlar gibi zor değildi. Mizah dünyası dışarıdan göründüğü gibi kolay değil. Yetişmeyecek etmeyecek stresi var. Oraya gelen amatörler biralarla vs. geliyor. Dışarıdan algılananla yaptığımız iş oksimoron bir iş aslında. O dönem evet kovuluyordum ama zamanla bunlar kendimi geliştirmeme neden olan, bana bir şeyler katan nedenler olmuş olabilir. Onun gazıyla da devam etmiş olabilirim.
Sen şu an sana akıl fikir danışmak için gelen insanlara böyle sert davranır mısın?
Bana davrandıkları gibi davranmam. (gülüyor) Bu evet güzel bir şey. Bir mizah dergisinde köşe çizebilmeye başlamayı biz Fight Club’a girmeye benzetiyoruz. Kapıda beklemen lazım, neden beklediğini bilmemen lazım, birçok seni aşağı çeken şeye aldırmaman lazım. Bence artık bu kadar sert olmaya gerek yok. Boş bir sertlik olabilir bu ama benim işime yaradı mı yaradı...
Zaman zaman amatör çizerlere bakan kişiler değişiyor. A kişisinin beğendiğini B kişisi beğenmeyebiliyor; birbirleri arasında da bir çatışma var. Bir daha o dönemlere dönmek istemem.
Sanki Sen Aynı Ben adlı kitabın var ve insanlar çizimlerinde çokça kendilerini buluyorlar. Ve sen samimiyetten bahsediyorsun. Sence hayatta dürüst ve samimi olmak ortak duygular arasında bağlantı kurulmasını mı sağlıyor? İnsanların çizimlerinde bu denli kendini bulmasının nedeni ne?
Başta işlerin buraya varacağını düşünmüyordum, benim için de sürpriz oldu. Bana karikatürün bir dil olduğunu, bu yolla okuyucuyla konuştuğumu, ne söylemek istediğime de kendimin karar vermesi gerektiğini söylemişlerdi. Bir nevi okuyucuyla arkadaş oluyorsun. Bunu bir arkadaşlık çerçevesi içinde düşünürsek; benim en yakın arkadaşım beni güldüren arkadaşım değildir. Beraber bir şeyleri paylayaşabildiğim, kötü hissettiğimi söyleyebildiğim insan benim yakınarkadaşımdır. Biz karikatüristler olarak bazı donelere takıldık kaldık bana kalırsa. Okuyucuların onları güldüren arkadaşları olmaya çalıştık. Bu taktiği biraz daha genel donelere yaymak istedim. Kötü hissediyorsam kötü hissedişimi yansıttım, iyiysem iyi olduğumu… O yüzden ben okuyucularla aşk acımı da paylaştım, sırrımı da paylaştım, gıybet de yaptım. Bir nevi arkadaş olduk.
Yaşadığımız çağa baktığında acı çekmemeyi, özlememeyi matah sanan insanlarla da karşılaşıyoruz. Bunlar bir şekilde bazı insanlar tarafından zayıflık olarak görülmeye başlandı. Bu kadar açık olmanın sonuçları neler oldu?
Bu aslında tehlikeli bir şey; birçok insanın seni tanımasına neden olacak bir şey yapıyorsun. İmza günlerinde beni benden iyi tanıdığını iddia eden ya da hayatımla ilgili bana “şunu öyle yapmamalıydın” diyen insanlarla karşılaşıyorum. Başa dönseydim aynı şeyi yapar mıydım bilmiyorum. Bu durum aşk, arkadaşlık, aile ilişkilerime de yansıyor. Benimle küsen arkadaşlarım var; muhtemelen onlarla alakalı yazıp çizdiğimi düşünüyorlar.
Bir insanın potansiyelini ortaya koyabilmesi neden bu kadar önemli? İnsan potansiyelini ortaya koymazsa ne olur sence? Normal bir işte çalışırken bunu hissetmişsin, soruyu ondan soruyorum.
Meslek insanın hayatını çok kafese sokabilen bir şey. Mutsuz olduğun bir meslek, hayatının büyük bir kısmını kaplıyorsa orada bir problem var demektir. Bu sadece potansiyelle ilgili değil, potansiyelini ortaya çıkarmak istemeyebilirsin de. Geriye kalan zamanda da normal hayatını sürdürmeye çalışıyorsun. Bu bana korkunç geliyor. Bir süre demek ki onu da yapmak zorundaydım.
Düşündüğümde en çok yatırımı özgürlüğümüze yapıyoruz, yapmalıyız da. Pek çok ilişki türünde de birçok sorunun cevabı o özgürlük kelimesinin içinde aslında. O yatırımı doğru yapmak için en azından sevdiğin mesleği yapmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Son olarak sen olsan kendine ne sorardın?
Aslında merak edilen 3 tane soru var. Birincisi bu işlerde para olup olmadığı, ikincisi güzel kızlarla tanışılıp tanışılmadığı, üçüncüsü ise Penguen’in neden kapandığı. Bu işlerden para kazanıyoruz ama hepimizin yaptığı ekstra işler var.
İkincisi evet güzel kızlarla tanışabiliyoruz. Modern dünyada sevilmek mi anlaşılmak mı istiyorsun? diye bir soru var. Kendinden parça bulan okuyucularla tanışıyoruz. Ama hiçbir okuyucumla öyle bir sevgililik ilişkisine girmedim. Kadın çizerler de güzel adamlarla tanışıyorlar ama bu her meslek için geçerli zaten.
Penguen zaten ekonomik bir darboğazın içindeydi. Sayfa sayısı azalmaya başlamıştı, eskisi gibi telif verememeye başlamıştı. O yüzden tadında bırakılmasına karar verildi. Sadece final yapmak istedi.