damla yur: Kadın hareketi çok güçlü bir harekettir, tüm eril iktidarlar korkarlar
damla yur, yıllarca büyük gazetelerde haberler yapmış, yazılar yazmış bir feminist. Türkiye'nin sancılı süreçlerinde gazetecilik yapan yur, kadın ve mülteci hakları gibi konular üzerine yazıyor. Kürt açılımı ile ilgili tartışmaların yaşandığı, mültecilere kapıların açıldığı sancılı dönemde de çalışıyor, göçmenlerin umut yolculuklarına da tanık oluyor. Ardından Kanada'ya giderek yüksek lisans yapıyor ve toplumsal cinsiyet konularına yöneliyor. Kendisiyle eril toplumun medyadaki yansımalarını, kadın olmayı, en yaygın şiddet türlerini, mülteciliği konuştuk. damla yur'un ad ve soyadının baş harflerini özellikle küçük yazıyorum çünkü kendisi de öyle kullanıyor. Bunu da şöyle açıklıyor: "Adım ve soyadım isim harfle beni tanımlayan sadece bir sembol ve araç; ne daha fazlası ne de daha azı. İnanıyorum adımın içinde yer alan herhangi bir harf bir diğerinden ne daha çok önemli ne de daha az önemsiz, tıpkı hiçbir çeşit kapital[izme] inanmak istemediğim gibi."
Seni biraz tanıyabilir miyiz?
Türkiye’de gazeteci olarak kariyerime başladım, ardından Kanada’da araştırma görevliliği yaptım. Kendimi kısaca iki kelimeyle tanımlamam gerekirse feminist araştırmacı diyebilirim. Birey olarak damla’yı, biyolojik cinsiyeti kadın olarak bedenimi keşfederken, etrafı yani kuralları, normları, ön yargıları görüp, duyup, tanık olup sorgulamamla başlayan bir yolculuk bu. Örnekle anlatmam gerekirse toplumun erkeklerin yiğit, kadınların ise narin olduklarını öğretmeye başladıkları zaman erkekliğe yüklenen, kadından mahrum bırakılan sıfatları irdelemek denilebilir. Bu süreçle paralel ilerleyen yazma yolculuğum ise önce haber, söyleşi, izlenim, yazi dizileri ile Milliyet Gazetesi’nin istihbarat servisinde başladı. Ardından Cumhuriyet Gazetesi’nde devam etti. Gazeteciliğe başladığım 2010'lu yıllar Kürt açılımı ile ilgili tartışmaların yoğun yaşandığı, İslami terörün IŞİD adı altında aktif ve yıkıcı olarak kendini gösterdiği, mültecilere kapıların açılış sürecinin olduğu sancılı bir dönemdi. Suriye sınırında, Diyarbakır’da, Van’da bulunan mülteci kamplarına gittim. Çeşme, Bodrum kıyılarından Yunanistan’a uzanan umut yolculuklarına tanık oldum. Yaşanan maden faciasında Soma’da, Reyhanlı katliamı sonrası Hatay’da, '80 sonrasında gerçekleşen ilk OHAL’de Diyarbakır’da bulundum ve bu noktalarda sıcak haber yapmanın dışında kadınların sadece kadın oldukları için bu deneyimleri nasıl daha sancılı yaşadıklarını fark edip, kendime sorular sormaya başladım. Bu soruları irdelediğim kadın ve cinsiyet çalışmaları master eğitimimde makaleler olarak kaleme aldım. Kadın, savaş ve terör üzerine araştırmalar yaptım; dersler verdim. Birey olarak da bu zaten benim meselemdi ve şimdi de İzmir’de çalışmalarıma devam ediyorum.
Bir kadın olarak seni en çok rahatsız eden, haksızlığa uğramış hissettiren konular neler?
Genel olarak toplumda insanların belli problemlerle yüzleştikleri zaman sadece bu problemi kadın olarak yaşamalarındaki her şey benim için temel bir problem. Gece saat 12.00’de metrodan çıkıp evine yürürken bir kadın sürekli sağını solunu kontrol etme ihtiyacı hissediyorsa bu savaşılması gereken bir alandır. Çalışma hayatında bir kadın yöneticinin sayı olarak erkek yöneticiden fazla olmaması bir meseleye dönüşmüyorsa, eşit iş gücüne eşit ücret alınmıyorsa bu da mücadele edilmesi gereken bir alandır. Bunlar apayrı tartışma konuları ve çok çok fazla. Medyanın cinsiyetçi dili, vekillerin cinsiyetçi dili, muhtarın, babanın, futbol taraftarının dili ve koca bir patriarkal sistem. Hızla düşünüyorum milyon tane örnek var. Mesela bir gün elimize bir tane gazete alalım (sağ-sol çok ciddi farkı yok) mağdur pozisyonundaki kadınları ve uzman pozisyonundaki erkekleri sayalım. Bizim her yerde eşitliği görmemiz gerekiyor. Eline gazeteyi alan insanların uzman bir doktor kadını da, avukat kadını da, mühendis kadını da görmesi lazım keza LGBTQI+'ları da. Fakat biz hala erkeklerin uzman sayıldığı; kadınların mağdur veya skandal yaratan ünlü; transların da sadece ölümlerini (ki o da minicik haberler) gördüğümüz ya da erkek olmayanların yok sayıldığı bir sistemle karşı karşıyayız. Özetle kadın ve cinsiyet çalışmaları odaklı mücadele edilecek çok alan var. Ne yazık ki biz Türkiye’de hala cinsel taciz ve cinayet arasında sıkışıp kalmış durumdayız. Dünyada da benzer konular var ancak daha büyük konular da konuşuluyor farklı ülkelerde. Kanada’da yaşarken en büyük tartışma konularından biri kadınların topuklu ayakkabı giymeye mecbur edilmesiydi. Bir yasa çıktı ve kadınlar artık topuklu ayakkabıyla işe gitmek zorunda değiller. Ama aynı ülke hala katledilen bir grup kadını yok da sayabiliyor. Çünkü sizden olmayan bir grubu yok etmenin temel yolu o toplumun kadınlarını öldürmek ve cinayetlere göz yummaktır.
(Kanada'daki katliamla ilgili haberi buradan okuyabilirsiniz.)
Siyaset kadınlar için ne yaptı başlıklı yazında son 28 senedir hükümetin yaptıklarını ve yapmadıklarını yazdın. Son 20 senede ise kadın örgütleriyle hükümetin arasına mesafe girdiğinden bahsediyorsun. Kadın, aileye aitmiş gibi, varoluşu bundan ibaretmiş gibi tartışılıyor. Neden şu anda mevcut iktidar kadın örgütleriyle yakın mesafede kalamıyor?
O yazımın üzerinden yaklaşık üç sene geçmiş olabilir, üzerine yeni taşlar eklendi. Önceden bakanlığın adı Kadın Bakanlığı’ydı. Mevcut eril iktidar bunu Aile Bakanlığı’na dönüştürdü. Kadını aileye hapsetmeye çalışan, ailenin içindeki rolünü yükseltmeye çabalayan ve böylece kadının birey olarak özgürleşmesinin önüne geçmeyi adeta hedef haline getirmiş bir yapı var. Bu yapıyı tamamen muhafazakar ideolojinin beslediğine inanıyorum. Kadının ailedeki rolünün yükseltilmesi ve sokağa çıkmaması kadının gücünü tek bir merkezde toplamak zaten dünyanın ana problemi olan ataerkilliği besleyen bir sistem.
Fakat en mühim olan şu ki dünyada ve ülkemizde eril iktidarların en çok korktuğu güç kadın hareketi. Örneğin Kanada’da, Türkiye’de kürtajın yasak olmadığını söylediğim her an aşırı şaşırmayla karşılaşıyordum. Muhafazakar siyasi yapının altında kürtajın kabul edilemeyeceğini düşünüyorlar (ki normal). Kürtaj çok yasaklanmak istedi fakat “Benim bedenim benim kararım” kampanyası ile binlerce insan sokağa döküldü. İsyankar olmayan kadınlar bile bedenlerine karışılmasına karşı çıktı. Çok ciddi bir örgütlenme oldu. Bu sadece bir örnek. Kadın hareketi çok güçlü bir harekettir ve tüm eril iktidarlar kadın hareketinden bu yüzden korkarlar. Güç odakları, kadın gücünden korkarlar çünkü kadının isyanı her zaman ses getirmiştir. Devlet, birey ve toplum arasında kırılma yaşandıkça sivil toplum örgütleri ve kadın örgütleri ile de uzaklaşma gerçekleşiyor. Fatma Şahin’in Aile Bakanı olduğu dönemde feministler olarak aramıza konan mesafeyi eleştirirdik ancak şimdi o mesafe bile söz konusu değil, çok daha ciddi bir açılma var. O dönem 6284 sayılı yasa hazırlanmıştı ve kadın örgütleriyle çalışıldı ama bugün kadınlarla ilgili alınan kararlarda o örgütlerin kapısı çalınmıyor, hatta örgütler teker teker kapatılıyor. Siyaset, kadınlar için çok sığ şeyler yapıyor. Hatta güzellik yapanlar bile abuk sabuk söylemlerle kadınları yaralıyor. O yazıda da var bunun örnekleri mesela Işılay Saygın görevdeyken kimliklerdeki dul ibaresini kaldırdı ancak sokaktaki kadınlara kızlık zarı ile ilgili test yapılması gerektiğini dile getirdi. Son 2-3 yıl yok o yazıda ama derhal ya ben ya da başkası eklemeli.
Medya kimi kadın cinayetlerinden aylarca, yıllarca bahsediyor kimisi ise üçüncü sayfa haberi olmaktan öteye geçemiyor. Aynı şekilde toplum da böyle. Bazı cinayetler için ayağa kalkarken bazılarında sadece susuyor. Bu yaklaşımın nedenleri ne?
Medyanın da garip dengeleri var. Çalıştığım dönemlerde de bu haberlerin üçüncü sayfa haberi olmaması gerektiğini savundum. Ataerkil sistemde yetişen medya çalışanlarının da algıları ve hassasiyetleri toplumunkinden çok farklı değil. İki tane kadın haberi getirdiğimi düşünelim. Bir tanesi Balıkesir’de bir köyde eşi tarafından öldürülen, yemenili, şalvarlı bir kadın olsun. Bir tanesi de İzmir’de profesör, sarışın, havalı bir kadın olsun. İkisi gazeteye aynı şekilde girmez. Bence olmalı ama olmaz. Dar ve orta gelirli bir kadının öldürülmesi toplum tarafından kanıksanmış, normalleştirilmiş bir durum. Ancak bir profesörün bir erkek tarafından öldürülmesi sıradışı gelebilir insanlara.
Biz Özgecan Aslan cinayetine çok üzüldük toplum olarak. Bu kadın üniversite öğrencisi. Elinde kitaplarıyla dolmuşa biniyor ve tecavüze edilip, öldürülüyor. Özgecan o gün alkol alıp da evine dönerken tecavüz edilip öldürülseydi farklı tepkiler alırdı. Toplum bu ayrıntıları okuyor, durum böyle olsaydı bu kadar çok insan ayağa kalkmazdı. Ne yazık ki vicdanlarımız ayrım yapıyor. O kadının giydiğiyle, nereden nereye gittiğiyle, kadınla erkeğin arasındaki yakınlık derecesiyle değerlendiriliyor cinayetler. Toplumumuz Özgecan Aslan’a üzüldüğü gibi Hande Kader’e üzülmüyor. Trans seks işçisinin öldürülmesi toplumu üzmüyor çünkü toplum zaten onların öldürülmesi gerektiğini düşünüyor. Seks işçisiyse öldürülmeyi hak ettiğini düşünüyor. Haberi yazanlar, editörler, yayın koordinatörlerinin hepsi bu toplumda büyümüş insanlar ve onların da genel ön yargıları var. Bunlar toplumun istekleriyle örtüşen şeyler. Sanatçıların hangi cinayetler için kampanya yaptığına, sesini yükselttiğine dikkat edin. Aynı şey orada da var. Aslında sadece bir kadının öldürülmesi mesele buna bakmak gerek ama ne yazık ki olmuyor.
Kalben geçtiğimiz günlerde BBC Türkçe kanalına verdiği röportajda dört milyarlık bir azınlık olmak kadar acı verici bir şey olmadığını, artık bir erkek gibi düşünmek istemediğini söyledi. Erkeklerin egemen olduğu bir dünyada varolmaya çalışırken kadınlar olarak neler kaybediyoruz? Erkek gibi davranmaya ve hissetmeye çalışan kadınlar var. Sen neler yaşadın? Yorumun ne? Kendimiz olarak nasıl var olabiliriz?
Ben de benzer şeyler yaşadım. Erkeklerin baskın olduğu toplumda ister istemez kendince erkek gibi görünmenin avantajlarını yaşamak isteyebilir kadın. Son derece süslü, kokoş diye tabir edilebilecek bir kadındım lisedeyken. Çalışma hayatında sadeleştiğimi, maskülenleştiğimi fark ettim. Erkeklerin baskın olduğu bir ortamda çalışıyordum. Bazı haberlere erkek foto muhabirimle gittiğimde yazıyı yazacak olanın ben olduğumu söylememe rağmen o kişilerin foto muhabirime bakarak anlattıklarına şahit oldum. İstihbaratta çalışırken basın toplantısına değil de eylem haberi yapmaya gidebilmek için kendimi sadeleştirmeye başladım; babet yerine spor ayakkabıyla gidip “evet polis şiddetinin eksik olmadığı eylemlerde koşmaya hazırım” der gibi. Amacım erkek gibi görünmek değildi ancak yapmayı istediğim haberleri yapabilmek için daha maskülen bir hale büründüm. Bir kadın gece eve dönecekse, toplu taşıma kullanacaksa giydiklerine dikkat ediyor ama erkeklerin böyle kaygıları yok. Biz popomuzu örtecek montlar giymeye çalışıyoruz erkekler tahrik olmasın diye. Kız çocuklarına kendilerini bu tarz yöntemlerle korumaları öğretiliyor, erkek çocuklarına tecavüz etmemek öğretilmiyor. İşte bu sistem bizi maskülenleşmeye itebiliyor.
Kadınlar olarak neler kaybediyoruz? Çok büyük bir kaybımızın olduğunu düşünmüyorum. Feminist bir kadın olarak bazı pozisyonlarda varolmaya çalışırken orayı bir sahne olarak görüp rol yapıyorum aslında. Bir role geçiyorum ve alacağımı alıyorum. Özümdeki beni kaybetmiyorum. Hatta tüm bu deneyimlerle güçleniyorum. Şuna çok inanıyorum: Chimamanda Ngozi Adichie’nin We Should All Be Feminists (Hepimiz Feminist Olmalıyız) isimli kitabı gibi hepimizin istisnasız feminist olması lazım. Feminist sorgulama ne kadar fazlalaşırsa, kadınlar bu harekete ne kadar destek verirse o kadar ivme kazanır bu hareket.
Türkiye’de tecavüz ve cinayeti konuşmaktan diğer şiddet türlerini pek konuşamıyoruz. Oysa pek çok türde şiddet var. Cinayet, tecavüz ve fiziksel şiddet dışında kadınlar en çok hangi şiddet türlerine maruz kalıyorlar?
En çok flört şiddetine maruz kalıyoruz. Mor Çatı’nın bu konuda hazırladığı çok bilgilendirici bir çalışması var, Cumhuriyet'te yazdım ben de. Örneğin sosyal medya hesaplarının kontrol edilmesi; kimi takip etmiş, kim tarafından takip edilmiş inceleyip hesap sorulması, dışarı çıkarken kadının ne giyeceğine karışılması, kiminle buluşup kiminle buluşmaması gerektiğini söylemesi gibi örnekleri var. Kadınlar da bazen bunu sevgi sanıyorlar. Aynı şekilde özel hayatının dışında kamusal alanda çalışmayan ev işçisi kadınların eşleri tarafından maddiyatla yönetilmeye çalışılması ve paranın burada adeta silah gibi kullanılması. Şiddet bir döngüdür. Önce giydiğine karışır, sonra görüştüklerine karışır sınırların dışına çıkan kadının kolunu incitir ardından da öldürür o kadını. Flört şiddeti de son derece tehlikeli ve uyanılması gereken bir konu.
Flört şiddetinin dışında dijital şiddet de çok yaygın. Sosyal medyada bir hadsizlik söz konusu. Örneğin geçenlerde gece hiç tanımadığım biri tarafından 2.30’da Facechat üzerinden arandım. Twitter’da bazı fikir paylaşımlarım sonucu bedenime kadın kimliğime hakaret eden mesajlar alıyorum. Sanıyorum ki erkek bir araştırmacı olsaydım onların istemediğini yazdığımda muhtemelen bedenim odaklı saldırı almazdım.
İnsanların feminist olduğunu sıkça dillendiremediği bir dönemde feminist olduğunu haykıran bir kadındım. Bazı kesimler bundan rahatsız olur ve “Ne yaşadın da feminist oldun?” diye sorarlardı. Feminist olmak için taciz, tecavüz gibi şeyler yaşamanız gerektiğini sanıyorlardı. Son yıllar ise ekofeminizm üzerine yoğunlaştım, vejetaryenliğe geçtim ve bu tarz paylaşımları sıkça yapıyorum. Şimdi ise vejetaryen ve veganlara saldırıyorlar. İnsanları bu -izm’ler çok rahatsız ediyor. Genelde de erkekler sevmiyor zaten. Erkek olarak dünyaya gelmenin vermiş olduğu güç, inanç, mutluluğa sahipler ve bu -izm’leri tehdit olarak görüyorlar.
SASA (Şimdi) isimli proje ile kadınların sekse hayır deme oranı %94 artmış. Bu tip projelerin Türkiye’de geliştirilmesi ve uygulanması adına ne yapmak gerekiyor?
Türkiye’de de yapılan çok değerli projeler var ama hangi dernek destekleniyor ki? KADEM ile çalışıyorlar. Oturup şiddet ile ilgili projeler yapmıyorlar, içlerinden geldiğini de düşünmüyorum. Şiddet ile mücadele edilmesi için sivil toplumun ve Sağlık Bakanlığı’nın çok ciddi desteğinin alınması gerekiyor. Milli Eğitim Bakanlığı da keza. Derslerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin anlatılması, böyle bir neslin gelmesi lazım.
Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışırken Onur Haftası’nda eşcinsel ve translarla röportaj yapıp onların çalışmalarını anlatıyordum. Yaşlı erkek bir okur beni arayıp bu tip boş konularla nasıl bu gazeteyi doldurduğumu sormuştu, hiç unutmuyorum. Çok rahatsız olmuştu. Toplum da bu konuların mesele edilmesi gereken konular olduğunu düşünmüyor.
Türkiye’de kadın ve cinsiyet çalışmaları üzerine tez yaptığımı öğrenenler bakıp kalıyorlar. YÖK bile bunu çalışma alanı olarak kabul etmiyor. Türkiye’de yalnızca birkaç üniversitenin bu konuda yüksek lisans programı var, doktora programı dahi yok. Akademi bile bunu çalışma alanı olarak görmüyor. "Tespit ve tedavi" denir değil mi? Yıllardır tespit var, tedavinin de sırrı var ama bunu uygulamak isteyen bir mekanizma ne yazık ki yok.
Mültecilere yaklaşımdan bahsedelim mi? Bir çocuğun cansız bedeninin sahile vurduğunu görünce ah vah edenler nasıl sonra ötekileştiren ve ezen kimliklerine geri dönüyorlar? Mültecilerin yaşam koşullarını anlatmak, bu ön yargı ve nefreti kırabiliyor mu?
Aylan Kurdi’nin cansız bedeninin fotoğrafını gördüğümüzde mültecilere karşı vicdani yönümüz ortaya çıktı. Sonra bunu tamamen unuttuk. İnsan bir şeye üzülür ve unutur. Türkiye gibi ülkelerde sorunların haddi hesabı yok ve her günümüzün başka bir acısı var. Takvimde gün kalmadı bir şeyleri anmadan geçecek. Bügün Emine Bulut’a ağlıyoruz, dün Aylan Kurdi’ye ağlıyorduk, yarın başkalarına ağlayacağız. Ve en acı olan hemen unutacağız. Unuttuğumuz anda da o küçük bedeni hemen dilenci, hırsız mülteci olacak; kadın da ama şöyle böyle olsun naraları atılacak. Vicdanlarımızla ön yargılarımız çok ciddi bir savaş halinde. Bazı okuduklarım karşısında kalbini bu kadar nasıl kirletebildin ne yaşadın ki diye düşünmeden kendimi alamıyorum. Öte yandan yığınla da kirli bilgi mevcut, bir sürü yalan haber görünümlü metinler var (Bunlara haber bile demek istemiyorum). Gazetecilerin kurduğu https://teyit.org/ diye bir site var. Kişilerin doğru bilgiye ulaşmalarını sağlıyor. Çok değerli bi çalışma bu ön yargıları temizlemek için.
Kanada’da mültecilerin yaşamlarını refaha ulaştırmak adına pek çok uygulama var. İş bulana kadar maaş verilmesi, ücretsiz dil okullarının açılması gibi pek çok uygulama mevcut. Burada birçok kişi mültecilere yapılan destekten rahatsız olmak yerine uyum politikalarını mantıklı buluyorlar. Neden çünkü onlar kendi haklarının yenilmesiyle ilgili Türk vatandaşlar kadar devlete nefret beslemiyor. Yüzde ellimiz sorgusuz taparken yüzde ellimiz ciddi bir nefret besliyor bir ülkede iktidara karşı. Öte yandan Kanada’da aidiyet duygusu çok az, birçok insan göçmen ve bu yüzden daha anlayışlılar. Kimse durduk yere ailesini, eşini, işini, evini, arabasını bırakıp başka bir yere gitmek istemez. O insanları tamamen anlayamayız ama sınırda çalışırken o insanları daha yakından tanıma şansı elde ettim. Türkiye empati yoksunluğunu had safhada yaşıyor. Tüm bu mülteci düşmanlığının da kaynağının bu olduğunu düşünüyorum. Ön yargıyı kırmak adına herkesin mülteci koşullarını yakından görmesi, onlarla röportaj yapması gerekmiyor. Vicdan ve empati duygusuyla hareket etmek gerekiyor. “Acaba ben orada olsam ne yapardım? Mahalleme bomba atılsaydı ve sadece ceketimi alıp başka ülkeye gittiğimde beni neler beklerdi?” gibi soruları kendine sormak gerekiyor.
Şu an yazdığın kitaptan bahseder misin?
Söylemek istediğim bazı sözler var bu sistemde. Feminist teoriye katkı sağlayacağını umduğum sözler bunlar. Feminist söylemleri okumak, dinlemek, araştırmak, iş hayatımda karşılaştıklarımı bu perspektiften yorumlamak benim için bir yolculuktu. Yolculuğumda yazı önce haberdi sonra tez oldu şimdi kitap olmasını hedefliyorum. Terörün kadın tarafı diye bir tez yazdım. Bu akademik tezim Kanada’da, Kuzey Amerika’da İngilizce olarak yayınlandı. Beden teorisi, kadın, terör ve savaş konusunda yabancı kaynakların çok fazla olduğunu gördüm. Öğrendiklerimin üzerine bir şeyler ekleyecek bir söylem üretmeye çalıştım. Terörize erkeklikti bu da. Anlatı ve görsel analizi yapmaya çalıştım ve şu an bunu Türkçe'ye çevirip geliştirmeye çalışıyorum. Bir kadın gazeteci olarak söyleyeceklerim var ve bir akademisyen olarak da insanların söylediklerine katkım ve eleştirim var. Umarım en kısa zamanda tamamlarım.
Eklemek istediğin bir şey var mı?
İzmir’e dair bir şey söylemek istiyorum. Bu kadar renkli, sıcak, eğitim seviyesinin yüksek olduğu, modern görüşün daha hakim olduğu bir şehirde feminist hareketin de çok daha güçlü olması gerektiğine inanıyorum. İzmir’de çok ciddi bir örgütlenme, ciddi bir feminist bilincin olmadığını düşünüyorum. Umarım ben yanılıyorumdur ama İzmir ve feminizm denilince aklıma sadece Süslü Kadınlar’ın bisiklet hareketi geliyor. Bu da hoş bir hareket ama daha büyük söylemler ve adımlar gerekiyor. İzmir’in toplumsal cinsiyet konusunda adım atan şehir olması gerekiyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne de bu konuda çok görev düşüyor. Bisiklete binip belediye binasına gitmek bir belediye başkanı için son derece havalı olabilir, ekoloji konuşmaları son derece güzel çalışmalar olabilir. Tunç Soyer LGBTI+ Dostu Belediyecilik Protokolü’nü imzalayan bir başkan. İzmir’deki seks işçisi, trans bireyler, feminist örgütler ya da LGBTQI+ komüniteleri ile iletişim nasıl, ne gibi çalışmalar yapılıyor, bir İzmirli ve burada ikamet eden feminist bir kadın olarak bunları görmek istiyorum açıkçası. Daha fazla adım atılması ve daha cinsiyetsiz bir İzmir, cinsiyetsiz bir ülke adına projeler üretilmesinin gerektiğini düşünüyorum.
damla’nın feminizmle ilgili film, kitap ve şarkı önerileri ise şöyle:
Film/Belgesel
Where Do We Go Now?, The Stoning of Soraya, Thelma and Louise, Period: End of Sentence, İffet
Kitap
İkinci Cinsiyet - Simone de Beauvoir, Cinsiyet Belasi - Judith Butler, Cinsel Politika - Kate Millett, Feminist Fight Club - Jessica Bennett, Sürüne Sürüne Erkeklik - Pınar Selek
Müzik
Young Girl - Princess Nokia, O Sisters - Yoko Ono, Pussy, Weed, Beer - Chastity Belt No Regerts, Feminist Terrorists - Luise Pop, Kadınlar Vardır - Filiz Kerestecioğlu
Kendisini Twitter ve Instagram'dan takip edebilir, Cumhuriyet Gazetesi için yazdığı yazılara buradan ulaşabilirsiniz.
Not: Fotoğraflar görme engelli okuyucularımız için betimlenmiştir. Görsellerin altında bulunan yazılar bu amaca hizmet etmektedir.