23 Oca 2021
Kardelen Uysal

Öncü ve Özel Bir Deneyim: Map to Utopia

Mark Levitas, Fransa’da Ecole Jacques Lecoq adlı okulda oyunculuk, Sorbonne Üniversitesinde tiyatro eğitimi aldıktan sonra İstanbul’a dönüyor ve o zamandan beri oyunculuk ve yönetmenlik alanlarında üretiyor, aynı zamanda çeşitli üniversitelerin tiyatro bölümlerinde öğretim görevlisi olarak ders veriyor. Levitas'la yeni medyayı teknolojinin imkanlarıyla bir araya getiren, interaktif bir performans olan Map to Utopia projesi ile ilgili konuştuk. Map to Utopia, Almanya’nın Bonn şehrinde kurulan fringe ensemble ile İstanbul’da çalışmalarını sürdüren Platform Tiyatro’nun ortaklığında oluşturuldu. Oyuncularla seyircilerin sanal bir ortamda buluştuğu Map to Utopia, çevrimiçi bir şekilde oynanıyor, katılımcılara birlikte yaşanabilecek bir kent fikrini, deneyimini yerleştiriyor. Levitas'la projeyi, sanatın dijital halinin sanatçı ve seyirci için sağladığı erişebilirlik avantajını, projenin hazırlık sürecini konuştuk.

Kendinizden, çalışma alanlarınızdan ve yer aldığınız projelerden bahseder misiniz?

Fransa’da Ecole Jacques Lecoq adlı okulda oyunculuk, Sorbonne Üniversitesi'nde tiyatro eğitimi aldıktan sonra İstanbul’a döndüm. O dönemden beri oyunculuk ve yönetmenlik alanlarında üretiyor, aynı zamanda çeşitli üniversitelerin tiyatro bölümlerinde öğretim görevlisi olarak ders veriyorum.

Map to Utopia’da yeni medyayı, teknolojinin imkânlarıyla buluşturarak interaktif bir performans sergileniyor. Seyir-katılım deneyimi, bu anlamda tiyatro sanatını, izleyiciyi ve oyuncuları nasıl etkiliyor?

Map to Utopia, gaming ve tiyatro ilişkisinden yola çıkan, akıllı telefonlara yüklediğimiz uygulama eşliğinde seyircinin konumunu pasif izleyiciden aktif katılımcıya dönüştüren bir dijital tiyatro projesi. Tüm farklılıklarına rağmen aynı şehirde yaşayanlara birbirini duymayı ve gerçek anlamda birlikte yaşayabilmeyi öneren bir kent geleceği fikrini yerleştiriyor. Seyircilerin Zoom programı ve oyun için tasarlanan bir mobil uygulama üzerinden kendi özel alanlarından dâhil olabileceği oyuncuların da eşzamanlı olarak seyircilerle birlikte oynadıkları interaktif bir yapı içeriyor. Seyirciler ve oyuncular aynı fiziksel mekânda olmasalar da aynı sanal mekânı aynı zaman diliminde paylaştıkları yepyeni ve farklı bir heyecan barındıran bir deneyim yaşıyorlar.

Projeye pandemiden önce başladınız. Nasıl bir fikir ya da ihtiyaç doğrultusunda çıktınız yola? Bu tip bir projede hazırlık süreci nasıl işliyor, provalar nasıl yapılıyor?

Map to Utopia, Almanya’nın Bonn şehrinde kurulan fringe ensemble ile İstanbul’da çalışmalarını sürdüren Platform Tiyatro’nun ortaklığında oluşturuldu. Üç yıla yayılan proje, geleceğin şehri üzerine bir tartışma zemini oluşturmayı amaçlıyor. Böylece birlikte yaşama fikri üzerinden bariyerleri nasıl yıkacağımızı ve nasıl ortak bir dil geliştirebileceğimizi deneyimlemiş oluyoruz. Performansın dili, tiyatro, oyun tasarımı ve yeni teknoloji arasında nasıl bir iletişim geliştirilebileceği sorusu ekseninde kurgulanıyor. Bu iki tiyatronun sanatçıları hem kendi aralarında hem de karşılıklı bir araya geldikleri yoğun çalışmalar gerçekleştiriyor. Pandemi öncesi sık sık seyahat ederek yüz yüze gerçekleştirdiğimiz toplantılar yerini çevrimiçi Zoom buluşmalarına  bıraktı. Video oyun geliştiricisi olarak çalışan ekip arkadaşımız Fehime Seven ise uzun bir süre Almanya’da kalarak oradaki ekiple koordineli olarak çalışmalarını sürdürdü. Oyun dönemlerinde ise her ülke için farklı ekipler oluşturulduktan sonra çevrimiçi ortamda provalar yoğun bir şekilde devam etti.

Map to Utopia, geleceğin şehri fikrinin etrafında bir tartışma deneyimi de sunuyor. Katılımcıları bu anlamda nasıl bir deneyim bekliyor?

Map to Utopia, antikçağda her kentte yer alan agoralarda, halkın kendini ifade etme biçiminden yola çıkarak tüm bireylerin söz hakkı olduğu demokratik ve eşitlikçi bir paylaşım barındıran bir arada yaşama modeli sunuyor. Böylece demokrasinin temel unsurlarından biri olan bireyin kendisini özgürce ifade edebildiği bir tartışma alanının bir parçası oluyorlar. Dört farklı semt simülasyonu yarattığımız performansta seyirciler, içinde bulundukları semtlerde avatar eşliğinde yeni bir karakterin ve onun yolculuğunu inşa etmeye davet ediliyor. Katılımcılar şehir tasarımcısı ya da bir semt sakini olarak yaşadıkları semte dair ortaya konan çeşitli sorunlara çözüm ürettikleri öncü ve özel bir deneyimle karşı karşıya geliyorlar.

Araştırmanın ilk adımında geçtiğimiz sene Yeldeğirmeni’nde, semtin farklı zamanlarına dair gezici bir artırılmış gerçeklik deneyimi gerçekleştirmişsiniz. Bu süreçten bahseder misiniz?

Üç yıllık araştırma sürecinin ilk ayağı için çalışma sahası olarak Yeldeğirmeni’ni seçtikten sonra semtin tarihi, bugünkü dinamikleri ve gelecekte dönüşebileceği hal üzerine odaklandık. Yeldeğirmeni’nin kent hafızası adına toplumsal dönüşümlerden etkilenme biçiminin yanı sıra dünden bugüne taşıdığı kozmopolit yapısı bu semti seçmemizde etkili oldu. Bu süreç için 1,5 ay boyunca gece gündüz Yeldeğirmeni’nde yaşayıp bu semti tüm dinamikleriyle deneyimledik. Bu bölgede yaşayan birçok kişiyle yüz yüze görüşmeler gerçekleştirdik. Performansın ilk bölümünde seyirciler telefonlarına yükledikleri bir uygulama eşliğinde gezdikleri bir açık hava AR (artırılmış gerçeklik) deneyimi yaşadılar. Böylece semtin gizli azınlık hafızasını (Musevi ve Rum azınlıkları) görünür kıldık. Semtte seçtiğimiz belirli noktalarda AR üzerinden katılımcıları bu tarihsel gerçekle karşı karşıya getirdik. Oyunun ikinci bölümünde, Yeldeğirmeni’nin geçmiş, bugün ve geleceğini temsilen seçtiğimiz üç kişiyle yaptığımız görüşmeleri kurgulayarak oluşturduğumuz bir performans tasarladık ve projenin sonunda tüm seyircileri uzun bir sofrada buluşturarak semtin geleceğine dair bir tartışma ortamı yarattık.  

Map to Utopia gibi projelerde yeni medyayı kullanmak, sanatı ve sanatçıyı var olan koşullardan özgürleştirebilir mi? Bu tip projelerin özgünlük, yaratıcılık ve özgürleşme anlamında nasıl katkıları var?

Yeni medyayı kullanarak yapılan üretimlerde yeni anlatım biçimleri oluşturabilmek için konvansiyonel üretme yöntemlerinden uzaklaşmak ve birçok farklı dinamiğin bir arada kullanıldığı yaratıcı bir düşünce sistemi geliştirmek gerekiyor. Böylece sanatçı üretim sürecinde risk alıp, yaratıcı ve özgür bir şekilde çalışmalarını sürdürebiliyor.  Bu durum ortaya çıkan işlerin özgün ve yenilikçi olmasına katkı sağlıyor.

Map to Utopia gibi projeler sanata erişilebilirlik durumunu sizce nasıl etkiliyor? Bu erişilebilirliği, pandemi gibi olağanüstü dönemler ve pandemi öncesindeki gündelik yaşamımız ile kıyasladığınızda izleyici ve üretici açısından nasıl farklar gözlemlediniz?

Teknoloji başlangıçta sanat üreticileri için bir araç vazifesi görürken özellikle son yirmi yıldır sanatın yapıldığı ortamın kendisine dönüşmüştür. Bu durum uluslararası sınırların kalkmasını ve bir sanat eserinin çok farklı kitlelerce erişilebilir olmasını sağlamaktadır. Pandemi sonrası evlerine kapanmak zorunda kalan bireylerin dijital içeriklere yoğun bir şekilde yönelmesine tanıklık ediyoruz. Oysa pandemi öncesine baktığımız zaman bazı tiyatro oyunları fiziksel mekanda daha kısıtlı bir izleyiciye ulaşırken çevrimiçi ortamda  hem Türkiye’den hem yurt dışından tiyatroya gitme alışkanlığı olmayan farklı kesimlere de ulaşabiliyor. Bu bağlamda pandemi sürecinde iki ayrı dönemde oynanan Map to Utopia Almanya, Fransa, İsviçre ve Türkiye’nin farklı bölgelerinden katılımcıların deneyimleyebildiği bir oyuna dönüştü.

Map to Utopia’yı geleceğin tiyatrosu üzerine bir araştırma alanı olarak da düşünebilir miyiz? Nasıl deneyimler edindiniz?

Tiyatro, oyun tasarımı  ve yeni teknoloji arasında nasıl bir iletişim geliştirilebileceği sorusuyla çıktığımız yolda birçok deneyim kazandık. Tiyatro seyircisinin teknoloji kullanımı konusunda yeniliklere açık olduğunu ve bu durumun onlarda farklı bir heyecan yarattığını keşfettik. Mikro ölçekte Yeldeğirmeni ile başladığımız sosyolojik araştırmayı büyük bir metropole taşımak bambaşka bir araştırma ve keşfetme sürecine dönüştü. Ceren Ercan’ın yarattığı 40 avatar üzerinden seyirciye sunduğumuz bu interaktif yapıyı kurmak  birçok açıdan farklı ve öğretici bir süreçten geçmemizi sağladı. Ayrıca her iki oyunda kullandığımız AR teknolojisi bizim için yeni bir deneyim alanı yarattı.

Şu an üzerinde çalıştığınız yeni projeler var mı?

Map to Utopia sonrası çağdaş Alman tiyatrosunun iki önemli yazarı Roland Schimmelpfennig ve Wolfram Lotz’un Berliner Ensemble adlı tiyatro için yazdığı, Covid-19 salgınının tiyatro sanatının üzerindeki etkisini, hükümetler, sistem ya da bizatihi tiyatronun kendisi üzerinden tartışmaya açan iki oyunu üzerine çalışma fırsatım oldu. Bu kısa oyunları, sahne performansının önemli unsurlarından canlılık ve teatrallik kavramları ekseninde Platform Tiyatro’nun YouTube kanalı için geliştirdiğim konsept/yönetimle seyirci ile buluşturduk. Şu sıralar Ceren Ercan’ın yazdığı, iki yönetmeninden biri olduğum bir oyun projesi için çalışıyoruz. Bu oyunun ekim ayında, Platform Tiyatro’nun ortak yapımcılığında Nürnberg Devlet Tiyatrosu’nda seyirciyle buluşması planlanıyor. Bunun dışında bazı dijital platformlar için çeşitli projeler geliştiriyoruz.

 

Map to Utopia hakkında web sitesinden ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. Mark Levitas'ı Instagram'dan takip edebilirsiniz.

Platform Tiyatro'yu takip etmek için tıklayın