30 Ağu 2016
Gülay Güler

Matrix'in Yapımcısından Barbaros Hayrettin

 
'"Deniz'in Çocukları - BarbarossaAkdeniz korsanlarının hikayesi... Matrix üçlemesinin yapımcısı sevgili Matthew Ferro, eserin  en az  Matrix kadar derin, sürükleyici ve görsel olarak zengin olabilecek bir konuya sahip olduğunu düşünmüş olacak ki filmini çekmek için  Deniz Uzunoğlu ile anlaşmış. Önümüzdeki 2- 3 sene içerisinde Hollywood filmi olacak bu başarılı kitabın yazarını otuzbeşlik.com olarak sizlere tanıtmak istedik. Deniz Uzunoğlu kimmiş, neler yaparmış, gelecekte neler yapacakmış? Bizlere anlattı. Buyrun başlayalım.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Deniz Uzunoğlu Kimdir? Kendinizi bize tanıtabilir misiniz?

 19 Kasım 1981 İzmir doğumluyum. Ortaokul ve Liseyi Karşıyaka Anadolu Lisesinde okuduktan sonra üniversite öğretimim için İstanbul’a yerleştim. 2003 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldum. Çalışma hayatım ise 2001 yılında Ernst & Young Firmasına stajyer olarak giriş yapmamla başladı. Finansal Analist olma yolundaki bu iki yıllık staj dönemim sona erdiğinde, hayatta ne yapmak istediğimi olmasa da, ne yapmak istemediğimi artık çok iyi biliyordum. İlgilenirken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım, yapmaktan keyif aldığım bir mesleğim olmalıydı ki mesai bitimini beklediğim günlerden ibaret olmasın ömrüm. Tam olarak ne olduğunu henüz bilmiyordum ama işimin bir yanı mutlaka sanatla ilgili olmalıydı. “Shrek” ve “Finding Nemo” gibi dönem filmlerinin de etkisiyle Türkiye’de 3 boyutlu animasyon alanında çalışabileceğim bir firma arayışı içine girdim. Bir yandan da konu ile ilgili teknik anlamda kendimi geliştirmenin yollarını arıyordum. Türkiye’de böyle bir sektör var mıydı?, bu işi yapmak için yeniden bir üniversite mi okumam gerekiyordu? Yoksa ihtiyacım olan bilgisayar programlarını kendi başıma öğrenebilir miydim? Hayatımın her döneminde iyi bir araştırmacı olduğumu söyleyebilirim. Bilgisayarlarla da aram oldukça iyiydi. O sırada konuya dair duyduğum merak ve isteğin de yardımıyla, tam tabiriyle karanlıkta “el yordamıyla” ilerlerken karşıma Ali Murat Erkorkmaz çıktı ve ben MARTI GÖRSEL SANATLARDA çizgi film yapmaya başladım. Senaryo nasıl yazılır? Modelleme, animasyon nasıl yapılır? Işık nedir, bir sahne nasıl ışıklandırılır? O çok sevdiğimiz karakterlerin sesleri aslında kimlerin sesleridir, seslendirme nasıl yapılır? Her şey nasıl kurgulanır da senaristin hayalleri en sonunda ruhumuzda o güzel tadı bırakacak bir görsele dönüşür? Yıllar içinde tüm bunları öğrendim... Tüm bu deneyimin sonunda ise çıkarımda bulunduğum en önemli ders şu oldu: “Her şey hikayeyle başlar... İyi anlatılmış bir hikaye, insanların soluksuz seyrettiği bir filmin yapı taşıdır...” O zaman ne yapmak lazım? O zaman yazmak lazım...

 
 
 
 
Bir gününüzü nasıl geçiyorsunuz?
 

 Günümün büyük bir kısmını genellikle bilgisayarımla başbaşa geçiriyorum. O benim gözümde dünyaya, dünyanın bilgisine açılan kapım. Ama sürekli aynı masamın başında değilim elbette. İnternet erişimim olan her yer benim ofisim. Kimi zaman denize karşı bir çay bahçesinde, kimi zaman güzel müzikler çalan bir kafenin kuytu bir masasında, kimi zaman da evimin sıcak ve rahat ortamındayım tabii ki. İnsanlarla çok içiçe olduğum, çok sosyal bir hayat değil benimki. Bir şeyler ürettiğim, ortaya kendimden bir şeyler koyabildiğim bir hayatı seviyorum. Bunun için de zihnimi ve ruhumu bilim ve sanatla her daim beslemem gerekiyor; okumam, araştırmam, incelemem ve üzerine emek sarf etmem; çalışmam gerekiyor. İnsanlar ressamın ortaya koyduğu esere bakıp, ressamın yalnızca ne kadar yetenekli olduğunu düşünüyor çoğu zaman. Bir tek ressam biliyor o eseri üretebilmek, kendine verilmiş olan yeteneği nasıl kullanabileceğini sadece keşfedebilmek için bile ne kadar emek sarf ettiğini, ömründen ne kadar vakit harcadığını...

Her gün vakit ayırmaya özen gösterdiğim bir başka şey de spor. Spor da benim olmazsa olmazlarımdan diyebilirim. Koşu, pilates ve yoga için hemen hemen her gün en az iki saat ayırıyorum. Ödülüm o kadar büyük ki... Hafif, rahat, güçlü bir beden ve zihin. Bunun tadını bir kere aldığınızda sporsuz bir hayat düşünemiyorsunuz.

Bunlar haricinde haftada bir iki günümü de at binerek, resim yaparak, gitar çalarak ve diğer hobilerimle uğraşarak geçirmeyi seviyorum.

 

Sanat yönetmenliği, senaryo yazarlığı, yazarlık… Sanatın bir çok dalıyla uğraşıyorsunuz. Hayatınızda sizi en çok mutlu eden hangisi oldu?
Sanatın bir dalıyla ilgilenmeye başladığınız an, diğer dallara da günün birinde ister istemez sıçrayacağınızı anlıyorsunuz. Hele çizgi filmle, sinemayla uğraşıyorsanız senaryosundan, görseline, seslendirmesinden, müziğine, kurgusuna her şeyden anlamanız gerekiyor. Sadece gerekli olduğu için değil, merak ediyorsunuz zaten. Bütünü daha iyi görebilmek için, daha iyi bir bütün ortaya koyabilmek için onu oluşturan parçaların detaylarını öğrenmek istiyorsunuz. Beni en çok mutlu edenin hangisi olduğuna gelince; o gün yazmak istiyorsam yazmak, çizmek istiyorsam çizmek mutlu ediyor beni. Elime kalem almak istemediğim, onun yerine bir internet sitesinin teknik çalışmaları içinde kaybolarak geçirmeyi tercih ettiğim günlerim var mesela. O günler, iki kelimeyi bir araya getirip de cümle kuramadığım günler oluyor ve zorlamanın anlamsızlığını tecrübe ettikçe daha iyi anlıyor insan. Kısacası o gün kendimi en iyi ne ile ifade edebileceğime inanıyorsam onunla ilgilenmeyi seviyorum.
 
 

İzmirlisiniz… İzmir’in en sevdiğiniz yönü nedir?

 İzmirliyim ama İzmir’de yaşamıyorum. Ailem İzmir’de yaşadığı için düzenli aralıklarla ziyaret ediyorum İzmir’i. Ve her geldiğimde aynı duygu... herkes tanıdık sanki. Geçen ziyaretimde arkadaşlarımla bir yerde yemek yiyip sohbet ederken yüksek sesle konuşmaya başlamışım. Artık ne anlatıyorsam heyecanlanmışım demek ki. Arkadaşlarımdan biri, “Alçak sesle konuş, herkes duyuyor.” dediğinde ona hiç düşünmeden söylediğim şey aslında İzmir’de olmanın bana kendimi nasıl hissettirdiği, İzmir’in en sevdiğim yönünün ne olduğu sorusuna en güzel cevap: “Duysunlar canım nolcak, yabancı değil onlar, İzmirli.”

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Doğan Kitabevinden  çıkan “Barbarossa – Denizin Çocukları” ’nın konusundan bahseder misiniz?
Kitabımda anlattığım hikaye Barbaros Hayrettin Paşa’nın, yani Hızır Reis’in, hayat hikayesi… Midilli adasında çömlekçilik ve ticaretle uğraşan eski Yeniçeri Vardarlı Yakup ağa ve Rum Katerina’nın çocuğu olan Hızır Reis’in küçük bir ticaret teknesiyle başlayıp, Avrupa Krallıklarının denizlerdeki kabusu haline gelişinin ve sonrasında da Osmanlı Kaptan-ı Deryalığına yükşelişinin hikayesi anlatılıyor kitapta. Ağabeyi Oruç Reis’in Rodos Şövalyeleri’ne esir düşüşü, küçük kardeşleri İlyas’ın yine şövalyeler tarafından öldürülüşü, verdikleri savaşlar, kuşattıkları şehirler... Akdeniz’in en kanlı savaşlarının olduğu, Avrupa’da Rönesans’ın yeşermeye başladığı, Protestanlığın doğuşuyla Hristiyanlığın geçireceği Reformun ilk tohumlarının atıldığı oldukça önemli bir dönemi konu alan bir kitap aslında.

Tarihi hep parça parça öğreniyoruz. Cervantes’i de biliyoruz, Shakespeare’i de, Leonardo Da Vinci’nin eserleri hakkında da bilgi sahibiyiz, Christopher Columbus’un keşifleri hakkında da, Protestanığın Martin Luther’le başladığını, hilafetin Yavuz Sultan Selim’le Osmanlılar’a geçtiğini duymayan bilmeyen yoktur ama tüm bu karakterlerin birbirlerine komşu coğrafyalarda ve tarihin aynı döneminde yaşadıklarını düşünürsek, birbirlerini etkilemedikleri, birbirlerinden etkilenmedikleri düşünülebilir mi? Odak noktam Barbarossa olsa da, ben aslında tarihin bu hareketli ve etkileyici dönemini sinema lezzetinde aktarmak istedim okuyucuya.

 

 

 
Denizin Çocukları’nın “Barbarossa” üçlemesinin ilk kitabı. Serinin ikinci ve üçüncü kitapların çıkış tarihleri belli oldu mu?

 Şu an ikinci kitap üzerine çalışmalarım devam ediyor. Ancak çıkış tarihiyle ilgili kesin birşey söyleyebilmem şu aşamada çok zor.  Bir yandan hikayenin devamını yazarken bir yandan da araştırıyorum ve bazen bu araştırmalar beni alıp bambaşka yerlere götürebiliyor. Hatta bazen hikayenin yönünü bile değiştirebiliyor ki ben bunu oldukça heyecanlı buluyorum. Çünkü birinci kitapta okuyucuda yaratmak istediğim duygu da tam olarak buydu. İçlerinde yakmak istediğim ateş “merak”ın ateşiydi. İnsanlar Barbarossa’yı okurlarken karşılarına çıkan karakterleri, o karakterlerin hayatlarını, eserlerini merak etsinler; yaşanan olaylara şaştıkça “Tüm bunlar gerçek olabilir mi?” deyip araştırsınlar, böylelikle kitabı bitirdiklerinde dönem hakkında benim onlara anlattıklarımdan çok daha fazla bilgiye sahip olsunlar istiyordum. Şimdi aynı şey ikinci kitabı yazarken benim başıma geliyor; tarihi didikledikçe öyle şeylerle karşılaşıyorum ki bir ucundan yakaladığım küçük bir detay beni alıp götürüyor ve insanlara bunları da söylemem lazım demekten ve araştırmaya devam etmekten kendimi alamıyorum.

 
 
Kitabınızın kahramanları tarihte yaşamış gerçek kişiler; Andrea Doria ve Barbaros Hayrettin, Şarlken, Christopher Columbus, Leonardo da Vinci, Nicholo Machiavelli, Martin LutherPeki hikaye gerçek mi?
 

 Bahsettiğim olayların yüzde doksan beşi için gerçek olaylar diyebilirim. Tabii kitap için yaptığım uzun soluklu araştırmalarda karşıma çıkan bilgilerin de yüzde yüz doğruluğunu savunmak pek mümkün değil, sonuçta beş yüz sene öncesini inceliyoruz. Ama tarihin kabul ettiği, “bu böyle olmuştur” dediği olayları kitabımda sinematografik bir kurgu içerisinde işlediğimi söylersem sanırım yanlış olmaz. Geri kalan yüzde beşe gelince, birbirine çok yaklaşan, ancak birleşip birleşmemiş olduğu kimse tarafından bilinmeyen uçların benim hayal gücümle birleştirilmesi olarak bakılabilir.

 

Kitabınız Hollywood filmi olma yolunda hızla ilerliyormuş. Bu süreç nasıl gerçekleşti bahseder misiniz?

 Barbarossa aslında uzun metraj bir film projesi olarak başladı. O sebeple kitabın filme dönüşmesinden çok, hayalini kurduğum filmin önce kitabını yazmak istedim demem belki de daha doğru. Bugüne kadar sinematografik olarak işlenmemiş; Yüzüklerin Efendisi, Cennetin Krallığı ya da Truva gibi büyük bir prodüksiyona henüz konu olmamış, ancak yapıldığında en az onlar kadar hareketli, sürükleyici ve görsel olarak zengin olabilecek bir hikaye Akdeniz Korsanlarının hikayesi… Matrix üçlemesinin yapımcısı sevgili Matthew Ferro da bu konuda bizimle hemfikir olunca güzel bir birlikteliği temelleri atıldı diyebilirim.

 
 
Filmin çekimleri ne zaman başlayacak?
 

 Filmin anlaşmaları yapıldı ve çalışmalar başladı ancak bu boyutta bir prodüksiyonun izleyicinin beğenisine hazır hale gelmesi için beş yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Kitabın senaryoya uyarlanması, çekimlerin gerçekleşeceği ülkelerin, mekanların tespit edilmesi, oyuncuların belirlenmesi, filmi kimin yöneteceğine karar verilmesi, setlerin, dekorların tasarlanması... kısacası “Action” demeye daha nereden baksanız iki buçuk üç senemiz var.

 

Kafanızda belirlediğiniz oyuncu yönetmen vb. var mı?

 Şimdilik isimlerini veremesem de hem düşündüğümüz hem görüşmeler yaptığımız yönetmen ve oyuncular var.

 

Önümüzdeki günler için farklı projeleriniz var mı?
 

 Şu anda önceliğim Barbarossa serisinin ikinci ve üçüncü kitaplarını hazırlamak ve elbette filmle ilgili çalışmaları yürütmek. Her şeyin kalbi hikaye olunca, hikayenin tüm sorumluluğu da doğal olarak benim üstümde olunca, Barbarossa dışında başka projelere ayırabileceğim çok fazla zamanım olabileceğini sanmıyorum. Ama belli de olmaz tabii. Gerçekleştirmekten çok keyif alacağım bir proje oluşursa, bulaşmayacağıma söz veremem.

 

Son olarak söylemek istedikleriniz?
  • Ben insanoğlunun sahip olduğu en önemli duygunun “merak duygusu” olduğuna inananlardanım. Evrenin bilgisine giden yola açılan ilk kapı bence “merak” kapısı. Hepimizde var aslında bu duygu. Sadece kimimiz henüz farkında değiliz, kimimiz ise hayatta neleri “merak” etmemiz gerektiğinin pek farkında değiliz. Ben Barbarossa’yı yazarken bir kitap yazayım diye oturmadım masanın başına. “Daha”sını merak ederek okudukça, araştırdıkça karşıma çıkan hikayeden o kadar etkilendim ki, birilerine anlatmam gerek benim bunları diye düşündüm. Dönemi biraz daha didiklesem, daha başka nerelere giderdim kimbilir. Yazarken zaman zaman tuttuğumu hatırlıyorum kendimi. “Deniz, o sulara dalma kolay çıkamazsın; bu kadar açılma kıyıya dönemez, konuyu toparlayamazsın.” diye telkinlerde bulunduğumu hatırlıyorum kendime. Ama aralık kapılar bıraktım okuyucuya, içlerindeki merakı tetikleyecek ipuçları, ekmek kırıntıları bıraktım. İnsanlara keyifli saatler geçirtmenin yanı sıra içlerindeki merakı, heyecanı uyandırabiliyorsa, işte o zaman Barbarossa yaradılış amacını gerçekleştiriyor demektir benim için.