1573’de İstanbul’a gelen Fransız seyyah Philippe du Fresne-Canaye bize görkemli bir bayram töreni anlatısı sunmaktadır: “…Bayramın birinci günü bütün paşalar ve devlet görevlileri erken saatte padişahın sarayına giderler; padişah, sarayının kapısında, altın bir tahtta oturur, büyük bir imparatora yaraşır giysiler içinde kendisine doğru gelenleri seyreder. Mehmed Paşa ve ardından gelen diğerleri, sürekli sadakat ve boyun eğiş belirtisi olarak padişahın elini öperler. Bu törenin ardından paşalar evlerine dönerek aynı el öptürme törenini kendi aile üyeleriyle yinelerler; daha sonra paşalar otururlar ve gün boyu ziyaretlerine gelen herkese ziyafet çekerler… Öğlene doğru, halkın coşkusunu kanıtlamak için, Saraydan, Tophane’den ve Tersaneden – tıpkı Roma’da en ünlü bayramlarda yapıldığı gibi – ürkütücü top atışları yapıldı. Sanki bu gürültüyü çıkarmak için dünyadaki bütün toplar aynı anda ateşlendi… Kentin her yerinde utlar, sazlar ve diğer Türk çalgıları işitilir. Nerdeyse bütün sokaklarda, üstlerinde kalın iplerin sallandığı çatal biçiminde dikilmiş direkler var. Bu iplerin üstünde kendilerini denemek ve havaya fırlamak isteyenler, deneyimli üç ya da dört genç adamın yardımıyla isteklerini yerine getirirler; havada sallanmaktan yorulduklarında aşağı inerler; genç adamlar onlara portakal çiçeği, gül ve servi çiçeği şerbeti sunar, onlar da şerbeti içtikten sonra oradan uzaklaşırlar.”
Kaynak: Pinterest
Hiç kuşkusuz günümüzde Fresne-Canaye’nin şahit olduğu tantanalı bayram kutlamasının bir örneğini görmemize imkân yok. Ancak yaşamımızda dini bayramların ayrı bir yeri olduğu da aşikâr. Günlük kargaşa içinde unuttuğumuz insani ilişkilerini törensel bir mahiyette de olsa hatırladığımız, genellikle ihmal ettiğimiz ailece eğlence ortamını kısa süre de olsa yeniden yarattığımız kısa bir yaşam molası gibi… Hele çocuklar için bayramların anlam farkını vurgulamaya gerek bile yok.
Doğaldır ki dini bayramların mekâna ve zamana göre değişmeyen pek çok yönü var. Bayram öncelikle ziyaret ve ziyafettir. Bir gün önceden, aile büyükleri ziyaret listesini oluşturur, aile efradı dışındakiler genellikle yaş sırasına sokulur ve bu arada dargınlıkların son bulması için ortam yaratılmaya çalışılırdı. Arife gününün diğer konusu da bayramın ilk akşamı hazırlanacak sofranın menüsünü hazırlamak olurdu. Gerekli olan nevale, arife akşamının geç saatlerine kadar, bayram boyunca kapalı olan dükkânların önünde oluşturulan kuyruklarla toplanır, doldurulan fileler mutfağa indirilirdi. Bu açıdan arife günlerinin en kalabalık mekânlarından birinin Mezarlıkbaşı ve Havra Sokağı olduğunu hatırlatalım. Kemeraltı esnafı için bayram öncesi günler, “kesat” geçen sezonları telafi edecek altın zamanlardı.
Fotoğraf: Kemeraltı Kaynak: Eskiesvaplarım
Ramazan Bayramı
Ramazan’ın sona erip Büyük Bayram’ın -Ramazan Bayramı ‘Büyük’, Kurban Bayramı ‘Küçük’ adlandırılmaktaydı– başladığını duyurmak yine top atışıyla gerçekleşmekteydi.
1866 Ramazan Bayramı’na İzmir’de şahit olan İngiliz kadın gezgin Eliza C. Bush, bayramın başladığını duyuran top atışıyla birlikte körfezdeki bütün gemilerin baştan aşağı bayraklarla donatıldığını ve toplarını ateşleyerek bayramın gelişini selamladıklarını kaydetmektedir. Küçük gruplar halinde sokağa dökülen insanlar arasında az sayıda kadının da bulunduğuna dikkat çeken Bush, bellerindeki geniş renkli kuşaklarına çeşit çeşit silahlar takılı olan bu insanların kısa sürede sahili ve kayıklarla denizi doldurduklarını belirtmektedir. Ancak Osmanlı döneminde Bayram eğlencelerinin, Ramazan gecesi eğlencelerinde olduğu gibi büyük ölçüde erkeklere özgü olduğunu belirtmek gerekir.
Naci Gündem, Bayram’ın ilk gününün el öpmelerle ve davulcuların bayram bahşişi istemeleriyle geçtiğini kaydetmektedir. “Bunlardan başka Ramazan topunu attığı için topçuya, bekçiye ve çöpçülere bolca bahşişler verilirdi. Davulcu elinde uzun bir sırık bulunan arkadaşıyla beraber dolaşırdı. Hediye olarak verilen mendiller, havlular, kumaşlar hep bu sırığa dizilirdi. Bunların arasında göreceğiniz pembe renkli ipekli mendillerin şaheser bir tesiri vardı. Malum davulcu pembesi!” Hediyeler toplanırken bir yandan da maniler söylenirdi.
Kaynak: ilgisel
Davulumun ipi gevşek
İçinde var yorgan döşek.
Arkadaşımı sorarsanız,
İki kulaklı bir eşek.
Ya da,
Davulumun ipi kırmızı
Çoktan yemedim kanlı karpuzu
Arkadaşımı sorarsanız
Camide pabuç hırsızı.
XIX. yüzyıl ortalarında İzmir’de bulunan bir İngiliz hemşire Martha Nicol bakın nasıl anlatmış bayram sabahını: “Ramazanın arkasından bayram gelir. Bu süre içinde akla gelebilecek her renkten, süslü elbiseleriyle gümüş ve altın ziynetler içinde Türklerin, çocuklarıyla birlikte, her türlü eğlence için en sevdikleri yer olan Musevi mezarlığına gitmek üzere pencerelerimizin önünden geçişi, insana gerçekten peri masallarını hatırlatmaktadır. Tek tük, orada burada görünmekle birlikte, genelde kadınların katılmadıkları bu eğlencede, erkeklerin bazen düşünülebilecek en garip ve anlamsız biçimlerde kendilerini eğlendirdikleri görülür. Buralara üç uzun ayağa oturtulmuş tahta salıncak ve tahterevalliler kurulmuş olup, koca koca insanların, bazen de bir ya da iki düzine karşılıklı oturarak saatlerce sallanmaları çok ilginçtir. Zaman zaman çocukları da oturtarak onlara da eğlenme sırası verirler”.
Kaynak: Egeyebakış
Bayram Eğlenceleri
Martha Nicol’ün ‘ilginç’ bulduğu ve 17. yüzyıl seyyahlarının da dikkatini çeken, Şahabettin Ege’nin ‘sal salıncağı’ dediği bu eğlence aracının İzmir’de kurulduğu tek yer Yahudi Mezarlığı değildi. 20. yüzyıl başlarında Mezarlıkbaşı, İkiçeşmelik Karakolu önü, Agora civarındaki At Pazarı Meydanı ve tabii ki artık sadece adı yadigâr kalan Bayramyeri… Bu mekânlardaki bir diğer eğlence aracı dönme dolaptı. Ege’nin anlatımına göre dönme dolap her birine bir çocuğun bindiği dört küfeden oluşan basit bir döner mekanizmaydı. Tabii ki Kültürpark alanı açıldıktan sonra Lunapark bu tür bayram eğlencelerinin merkezi olmuş, diğer bayram alanları da yoğun yapılaşmanın karşısında yok olup gitmişlerdir.
Kaynak: Onedio
Çocuklar dışında bayram alanlarının olmazsa olmaz müdavimleri baloncular, macuncular, su muhallebicileri, koz helvacılar, keten helvacılar, elma şekerciler ve oyuncak satıcılarıydı. Bu arada çocukların kapı kapı dolaşarak topladıkları bayram paralarını ellerinden almak için alanlardaki yerlerine kurulmuş seyyar kumarhaneler de yok değildi.
Fotoğraf: Kültürpark Kaynak:onedio
Günümüzde büyük ölçüde kaybolmuş diğer bir bayram eğlencesi – mevsim uygun olduğunda – uçurtma uçurmaktı. Bu eğlenceye katılanlar, trenlere binerek ya da atla, eşekle veya yaya olarak akın akın Bornova’ya giderlerdi. Bayram uçurtmasının uçurulduğu yer, genelde Bornova’da ‘Havuzbaşı’ diye bilinen bir meydanlık olup, aileler burada bu vesileyle bir yandan da piknik yaparlardı.
Türk erkekler için kahvehaneler de bayram eğlencelerinin önemli mekânlarından biriydi. Bayram namazı sonrasında kahvehaneler dolar, tüm Ramazan boyunca uzak durulan keyif verici nargile ve benzerleri sohbetle birlikte doyasıya tüketilirdi. Bayram eğlencelerinin en gözde olanlarından biri de Ramazanlarda olduğu gibi hem çocukların hem de büyüklerin severek ilgi gösterdikleri Karagöz ve cambaz gösterileriydi. Türk mahallelerindeki bazı kahvehane ve hanlardaki gösteriler bazen içerdiği argo nedeniyle gazetelerde eleştirilmekte, hatta yasaklanmaları talep edilmekteydi.
Kurban Bayramı
Ramazan Bayramı’ndan sonra, Hicri takvimin son ayı olan Zilhicce ayının 10’unu izleyen dört gün boyunca kutlanan Kurban Bayramı gelmektedir. “Küçük Bayram” olarak da anılan Kurban Bayramı’nın Ramazan Bayramı’ndan ayrılan iki önemli yönü vardır. “Eyyam-ı nahr” denilen ilk iki gün içinde kurban kesilmesi ve maddi durumu uygun olanların Hac farizasını yerine getirmesidir. Bunun dışında seremonisi ve ritüelleri arasında fark yoktur. Büyükleri, konu-komşuyu ziyaretler, ziyafetler ve eğlenceler hemen hemen aynıdır. Ancak kurbanlık koyunların İzmir’e getirilişi ayrı bir seyirlik eğlence fırsatı sunmaktaydı. Geçtiğimiz yüzyılın başlarında Kurban bayramı arifesinde Başdurak, Ali Paşa Meydanı, Hisar, Kestanepazarı camileri etrafında, Tilkilik, Namazgâh ve Basmane civarında kerestelerle koyunların satılacağı ağıllar kurulmaktaydı. Bu faaliyete “kazık çakma” adı verilmekteydi. Arife gecesi gençler davul ve zurnalarla şehir dışına çıkarak ilk gelen sürüyü karşılarlardı. Gece yarısında koyun sürüleri İkiçeşmelik yönünden şehre getirilmekte; bu hengâmeyi seyretmek isteyenler İkiçeşmelik Camii civarındaki kahvehaneleri tıklım tıklım doldurmaktaydı.
Koyun Telleme
Kurbanlık satışları da arife günü başlar, satın alınan koyun, oralarda bekleşen hamalın sırtına verilerek eve yollanırdı. Eğer kurban yeni gelin veya nişanlılara gönderilecekse tellenerek süslenirdi. Bu iş için Hisar Camii civarında Sandıkçılar Çarşısı’nda “koyun telleme” dükkânları vardı. Hamal sırtındaki koyun bu dükkânlardan birine getirilir ve süslenirdi. Evvela boynuzlarına büyücek birer elma geçirilir, elmalar ve boynuzlar yaldızlı varaklarla örtülür, boynuna renkli kurdele bağlanır, üzerine atlaslar sarılır ve kurdele ve yapma çiçeklerle süsleme tamamlanırdı. Hamalın da alnına ve ellerine yaldızlı varakalar yapıştırılırdı. Müşteri önde hamal arkada birçok çocuk da beraber olarak eve götürülür ve evden bahşişler alınırdı. Yollarda telli koyun seyretmek bu bayramın başlıca zevkleri arasındaydı.
Hiç kuşkusuz bayramlara özel yiyecek ve içecekler bu yazının sınırlarına dâhil edilemeyecek kadar geniş bir konu. Ancak Nail Moralı’nın, çocukluğunda favori tatlısı olduğunu belirttiği ve kurban etinden yapılan “gerdaniye” tatlısından bahsetmemek olmaz. Kuru erik, kayısı, hurma, üzüm, badem ve fıstıkla yapılan bu et tatlısı, Karadeniz’in hamsi tatlısı gibi İzmir’in özel bir tatlısıydı. Geri kalanını bir vesileyle Nedim Atilla herhalde kaleme alacaktır.