07 Eyl 2016
Esra Tarhan

Oyuncumuza Kabuklu Yemiş Atmayınız

Sayın Seyirciler;

Bilirsiniz ki yaşadığımız kent tiyatro tarihinin önemli bir kısmına ev sahipliği yapmış, toprağını sıksanız Homeros'un destanları, Oidipus'un çığlıklarının fışkıracağı, kulak verseniz kim bilir daha neler neler duyacağınız sanatsal bir omurgaya sahip Smyrna'dır. Bendeniz de tiyatro insanı olmanın hayallerini bu coğrafyanın tılsımı içerisinde kurmuş, hayalinin peşinden gitmiş, genç ömrünün dört yılını Ankara'da oyunculuk bölümünde geçirmiş ve beş yıldır her hafta huzurunuzda sahnede olmak şansını yakalamış mutlu biriyim. Dionysos'un bereketi sizinle olsun. 
   
Her şehrin bir karakteri, alışkanlıkları, döngüsü olduğu gibi İzmir'in de -bazen iyi ki, bazen malesef- üzerinde duracağımız bir yanı var. Ruhunda tiyatronun antik nefesini hissetmiş bu şehir -her nasılsa- bu konuda gitgide fakirleşmiş ve özünü unutmuş. Geçen zaman İzmir'li yunan oyuncular topluluğunun, turneye gelmiş Fransız operet topluluklarının, Yahudi oyuncuların ve daha kimlerin ayak izlerini silmiş gibi görünüyor. Yaşadığı topluma kibirle bakan, müthiş bir egoistlikle müphem yalnızlığını taçlandıran bir sanatçı gibi süslü cümleler kuracak değilim. 

Ama artık oturup konuşmamız gerekiyor sizinle sayın seyirci! 



Kitap okuma alışkanlığının gitgide yok oluşa doğru sürüklenmesinden, televizyonun dayattığı idollerden-modellerden, kültür seviyesinin hızla düşmesinden yakınıyorsun. Haklısın. İyi bir seyirci olarak oyun okuyor, kült eserleri ve yazarları tanıyorsun. Ancak hala İzmir'e gelen müstehcen esprilerle dolu ucuz komedi oyunları oynayan toplulukların biletleri yok satarken -e tabii televizyon ünlüsü görmek senin de hakkın- İzmir'li özel tiyatrolar sahne kirasını çıkarmakta güçlük çekiyor. 


Sayın seyirci eğri oturalım doğru konuşalım. Tiyatro ne sensiz olur, ne bensiz

Check-in yapabilmek için dışarı çıkar olduk. Telefonlarımız, sosyal medya kimliğimiz olmadan yaşayamıyoruz. Gel biraz dertleşelim; Geçen sezon Shakespeare'in (evet evet onu tanıyorsun) Kral Lear oyununda Soytarı rolünü oynuyorum. Bizim yönetmen de sağ olsun, müzikali pek sever. Soytarı, oyunda müzikal düzlemde ve seyirciyle iletişim kuruyor. E şimdi tiyatro deyince akla ne geliyor? Oyuncunun aydınlatıldığı, seyircinin karanlıkta kaldığı kapalı mekandaki etkinlik değil mi? Ama benim seyircim ışıl ışıl... Oyun başında özenle anons edilen "Telefonları kapatınız" uyarısını kesinlikle dikkate almamış anarşist seyircilerim benim!... (Oyuncu burada güler) Burnuma kadar sokulan telefonlarla video kaydı alan seyircilerime de teşekkürü borç biliyorum. (E haliyle biraz ironi



Tiyatro müdürümüz bir tabela yaptırıyor şimdi "Oyuncumuza kabuklu yemiş atmayınız" diye. İşte böyle sayın seyirci. Shakespeare'in sözüyle ayrılıyorum. "Hiçbir dönemde modası geçmedi kaçıkların, her gün biraz daha aklı kaydı akıllıların..."