Sanat Tarihinde Kent Manzaraları
Kentler yalnızca ulusların değil, bireylerin de kişisel tarihlerinin önemli bir parçasıdır. Bu yüzden kent manzaraları bireysel ve toplumsal yaşam ile ilişkili pek çok anlam barındırır. Sanat tarihinde her ne kadar asıl önemini romantik ve izlenimci akımların etkisi ile 19.yüzyıl ve sonrasında kazanmış olsa da, kent manzaraları sanatçılar tarafından önemli bir konu olarak ele alınmıştır. 19. yüzyıl öncesinde çoğunlukla dini ya da mitolojik konuların arka planında gördüğümüz kent görünümlerinin tarihine kısaca göz atalım.
Kent resimlerinin doğuşu hakkında kesin bir bilgimiz olmasa da ilk örnekler Antik Roma’ya tarihlenir. M.S. 69-79 tarihleri arasında yapıldığı düşünülen bu duvar resmi (fresk), İtalya’da Trajan’ın devasa hamamlarının altında, bir evin dış cephe kalıntılarında bulundu. İmparator Vespasian döneminde yapılan freskte bir şehrin kuş bakışı görünümü yer alıyor. Detaylarda ise tiyatrolar, tapınaklar, heykeller ve evlerin yanı sıra limanlar, rıhtımlar ve su kanallarını görmek mümkün. Şehrin kimliğine dair herhangi bir iz olmaması ve yapıldığı döneme ait bilinen tek şehir manzarası olmasından dolayı bir “ideal şehir” planı olduğu düşünülüyor.
Kent görünümleri, Ortaçağ ile birlikte dini konular ve portrelerde kısmen de olsa yer almaya başlar. İtalyan ressam Duccio tarafından yapılan frekste, İsa’nın Emmaus’a giderken yolda iki öğrencisi ile karşılaştığı sahne görülüyor. Yuvarlak parke taşları ve ana kapının altında yer alan geometrik düzenli taşlarla bezeli yol, bir kente yani Emmaus’a çıkar. Kenti çevreleyen surların arkasında ise Emmaus’un kuş bakışı bir kesiti yer alıyor. Burada görülen ev ve saraylardaki pencere, çatı ve kemer detayları Duccio’nun resmi yaptığı tarihlerdeki Ortaçağ mimarisinin özelliklerini yansıtması açısından önemlidir.
Rönesans ile birlikte kent görünümlerindeki detayların arttığı görülür. Ünlü ressam Ambrogio Lorenzetti’nin 1338 tarihli "İyi ve Kötü Yönetimin Alegorisi", detaylı ve doğrudan gözleme dayalı bir şehir manzarası sunar. Sanatçının Sienna’nın yönetim merkezi Palazzo Pubblico’daki toplantı odası için yaptığı fresk 3 bölümden oluşur. Aynı zamanda bir politik eleştiri niteliği taşıyan yapıtta iyi ve kötü yönetimlerin şehir yaşamına etkileri ele alınır. İyi yönetilen şehrin betimlendiği bu sahnede, 14. yüzyılın en detaylı kent manzaralarından birisini görüyoruz. Şehirde canlı bir kalabalık, dans eden figürler, tüccarlar, yeni ve gösterişli binalar enerji dolu bir atmosferde resmedilmiş. Lorezetti’nin bu resmi, Batı sanatında kent manzarası geleneğinde dönüm noktası olarak kabul edilir.
Carpaccio’nun 1494 tarihli "Rialto Köprüsü’nde Gerçek Haç Mucizesi" tablosu dini ve dünyevi konuların büyüleyici bir karışımını sunuyor. Hristiyan ikonografisinin önemli konularından olan Gerçek Haç Kalıntısı Mucizesi, Ortaçağ’ın finans merkezi ve uluslararası pazar yeri olan Venedik Rialto'daki hareketli bir sahneyle birleşiyor. Türk, Ermeni, Arap ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden gelen tüccarların oluşturduğu pazar yerinde aynı zamanda sosyal hayatın akışı ve dinamizmi sanatçının gözünden Rönesans estetiği ile izleyiciye aktarılıyor.
Barok resim sanatının usta ismi Vermeer’in 1660 tarihli “Delft Görünümü” eseri, kent manzaraları içerisinde belki de en çok bilinen eserdir. Aynı zamanda Vermeer’in doğduğu şehir olan Delft, sanatçı tarafından yüksekten bakan bir noktadan resmedilmiştir. Bakışı kentin güneydoğu yönündendir ve ön plana kentin içinden geçen Schie Kanalı'nı alır. Bulutlu gökyüzünün kanala ve binalara düşürdüğü gölgeler özenle boyanmıştır. Vermeer’in daha canlı bir görünüm için camera obscura (özellikle sudaki yansımalar için yararlandığı düşünülür) ile birlikte boyaya karıştırdığı ince kum tanelerinden yararlandığı bilinmektedir. Kırılan güneş ışığı çatıların koyu tonları ile vurgulanırken, tablodaki derinlik ve mesafe hissi geriye doğru azalan bulutlar ile pekiştirilir. Resimde görülen kiliseler, Hıristiyan ahlakının ve dönemin sosyal yapısını temsil eder. Vermeer Eski Kilise'yi gölgede, Yeni Kilise'yi güneş ışığı altında resmederken şehrin manevi atmosferini tasvir eder. Resimde kent kapıları, rıhtım, idari ve sivil yerleşim yerleri görünmektedir. Sahilde ise gezintiye çıkmış farklı sosyal kesimlerden bir grup insan yer alır. Dönemin sosyal ve mental özelliklerini yansıtmaktadır.
Kent manzaralarının bağımsız konular olarak tuvallere yansıması 18. yüzyıl sonlarında başlar. Canaletto'nun “Büyük Kanal'a Giriş: Venedik” yapıtı, 18. yüzyılda hem gezginler tarafından sıklıkla ziyaret edilen hem de sakinleri tarafından terk edilen bir şehrin ruh halini mükemmel bir şekilde yansıtır. 17. ve 18. yüzyıllarda moda olan “veduta” resminin (ayrıntılı kent görünümleri) en tanınan örneklerindendir. Sanatçının kent manzaralarının çok sayıda reprodüksiyonu Avrupa müzelerini süslerken, bunların sıklıkla Venedik’e gelen aristokrat gezginler tarafından satın alındığı bilinmektedir. Öye ki Canaletto'nun Venedik resimleri, yapıldığı tarihlerden itibaren kente gelen gezgin sayısında artışa neden olur. Bugün bile sanatçının yüzlerce şehir manzarası farklı koleksiyonlarda yer alırken, doğduğu ve en çok eser ürettiği kent olan Venedik’te yalnızca üç eseri bulunur.
Gustave Caillebotte’un 1878 tarihli yağlıboya tablosu, 19. yüzyılda yükselen izlenimcilik akımı ve manzara resminin önemli örneklerindendir. Resimde caddenin bir binanın altıncı katından görünümü yer alır. Yaşamın akışı, fırça vuruşları ve renklerin hafifliği ile pekiştirilir. Sanatçının ustaca uyguladığı kırpılmış perspektif ve gerçekçi fırçası adeta fotoğraf etkisi yaratır. Ayrıca bu tür kent manzaraları sanatçılar için renklerin, ışığın, dokunsallığın ve yansımanın etkileri üzerinde çalışma fırsatı sunuyordu.
Gustave Caillebotte’un bir başka çarpıcı manzara resmi “Paris Caddesi: Yağmurlu Gün”dür. 1877 tarihli resimde Paris'in kuzeyindeki Saint-Lazare'de yer alan The Place de Dublin'de yürüyen bir grup insan yer alır. Resimde odaklanılan temel nokta sınıf ayrımı ve yarattığı atmosferdir. Sanatçının tekniğindeki doğrusallık ve gerçekçilik, dönemin izlenimcilik akımından ayrılır. Resimde sınıf ve kentleşme ile ilgili bir dizi sosyal etki açıkça görülür. Yapıldığı dönemin burjuva modasına göre giyinmiş kadın ve erkek figürleri ön plandadır. Arka planda kalan figürler ise çoğunlukla işçi sınıfından seçilmiştir. Soğuk ve mesafeli bir atmosferde yer alan tüm figürlerin ifadeleri belirsiz ve donuktur. Soğuk hava ve yağmur, dönemin Paris’ini yansıtan yabancılaşma ve sınıf çatışmalarından doğan huzursuzluğun betimlenmesinde büyük ölçüde katkıda bulunur.
Amerikalı ressam George Bellows’un resimleri yalnızca bir izlenimi değil; çağının sosyal koşullarını ve politik problemlerini yansıtır. Cliff Sakinleri adlı yapıtında, 1870-1915 yılları arasında dünyanın hemen her yerinden başlayan büyük göç dalgası ile nüfusu beş milyona ulaşan Cliff kentinin kültürel mozaiği andıran yeni sakinleri yer alıyor. Aynı zamanda aşırı nüfusun yarattığı sıkışmışlık hissi de özellikle vurgulanıyor. Resmin bir diğer özelliği, boya üreticisi ve renk teorisyeni Hardesty Gillmore Maratta’nın ana renklerin üçerli karışımından elde ettiği renk-kombinasyon sisteminin uygulanmış olmasıdır. Resimde görülen üç ayrı bina ile sınırlanmış her bir alan farklı üç ana rengin kombinasyonu ile boyanmıştır.
Amerikalı izlenimci ressam Bell Smith’in Bir Şehir Caddesinin Işıkları tablosu oldukça gerçekçi ve ayrıntılı bir bakış açısı ile kentin kesiştiği noktayı resmeder. Arka planda yer alan ana binadaki saate göre saat 16:58’dir. Sokaklar şehrin içinden geçen hafif bir yağmur fırtınası ile sönümlenmiştir. Resimde yer alan figürlerin yüzleri oldukça gerçekçidir. Bell-Smith, yaşadığı çevrede aşina olduğu gerçek insanları dahil ederek bir belgesel atmosferi yaratır. Çocukların gazete uzattığı figür ressamın kendisi; yoldan geçen kadınları selamlamak için şapkasını kaldıran genç adam ise Bell-Smith’in oğludur.
Parlak ve şeffaf renklerin ustası Renoir’in 1872 tarihli eseri, İzlenimci manzara geleneğinin en bilinen eserlerindendir. Figüratif resimleri daha iyi tanınmasına karşın Renoir'ın manzaraları, güneş ışığının etkisi altında, parlak ve canlı görünümler içerir. Sanatçının küçük kardeşi Edmond Renoir, sanatçının ünlü köprünün manzarasını tasvir etmek için gün boyunca bir kafenin üst katında çalıştığını söylüyor. Geniş ve hızlı fırça vuruşlarına karşın mimari ve objelerdeki dengeli görünüm dikkat çekicidir. Yapıt Prusya Savaşı ve 1870-71 Paris iç çatışmalarından hemen sonra yapılmıştır. Resmin odaklandığı kesit ve canlı atmosferi, aynı zamanda kaostan ve kargaşadan sıyrılmaya henüz başlamış olan Paris'teki Fransız vatandaşlarının köprü üzerindeki bahar sevincini ve gelecek umutlarını temsil ediyor.
Eyfel Kulesi’nin inşâsı Champ de Mars alanında tamamlandığında henüz dört yaşında olan Fransız ressam Robert Delaunay, sanat yaşamı boyunca bir dizi Eyfel Kulesi resmi yaptı. 1911 tarihli olan “Champs de Mars: Kızıl Kule” tablosunda çoklu bakış açıları, formun ritmik parçalanması ve güçlü renk kontrastlarını kullanarak modern yaşamın dinamizmini kent manzarası ile birleştirir. Delaunay, Eyfel Kulesi’ni yüksek binalarla ve kübik kırılmalarla çerçeveleyerek yapının yükselen varlığını vurgular. Işık dolu gökyüzü ve kulenin tepesini sarmalayan bulutlar kulenin uçuyormuşçasına yükseldiği izlenimini yaratır.
Fransız sanatçı Chagall “Pencereden Paris” yapıtında, kendi yaşamından imgeleştirdiği referanslar ile hayali ve gerçek arasında düşsel bir denge kurar. Çünkü Paris, Chagall'ın bölünmüş sadakat duygularını yansıtmaktadır. Eserde sanatçının hem modern Paris'e hem de Rusya'daki eski yaşam kalıplarına olan sevgisini görmek mümkün. Bu nedenle sağ alttaki figür her iki yöne bakar ve Eyfel Kulesi'nin altındaki çift farklı yönlere savrulmuş olarak görünür. Arkada görülen Paris manzarasında ise Chagall, nesneyi incelemek veya birden fazla açıdan görüntülemek gibi hiçbir girişimde bulunmaz. Bunun yerine güzelliği ayrıntılarda arar ve ön plandaki çift yüzlü ya da yüzen figürler gibi sur- natüralist imgeler yaratır. Nihai sonuç, sıradışı olduğu kadar ve sevgi dolu gözlerle görülen, hayal ve gerçek arasında süzülen Paris'in parlak ve görsel olarak çekici bir anlık görüntüsüdür.
İzlenimci ressam Camillo Pisarro, manzara ve nesnelerin günün farklı ışık koşulları altındaki görünümlerine odaklanır. Grand Hotel de Russie’de kiraladığı odada, yalnızca üç ay içerisinde Montmartre Bulvarı’nın tam on üç resmini yaptı. Bu resimde, kentin yağmur sonrası kasvetli görünümü, yavaş yavaş dinamik ve yaşam dolu bir canlılığa bürünmeye başlar. Pisarro’nun ustaca kullandığı hızlı fırça darbeleri ve izleyiciyi bulvarın derinliğine doğru çeken perspektif uygulaması etkileyicidir.