29 Ağu 2016
Hatice Boyamalar Akkaya
Sanatta Romantik Tutkular
Sanat tarihinde etki ve tepki sanatsal gelişimde zorunlu olup, sürekliliğini korur. Bu yapı salt yeni bir söylem olmaktan öte, insan yaşamının tüm alanlarını içeren bir bilinç değişimini de beraberinde taşır.
Modernitenin başlangıcı, günümüz dünyasının sanat görüşü 19. yüzyıldaki ilk sanat akımı olan "Romantizm" sanat tarihi açısında büyük önem taşımakta olup, değişik sanat akımlarının uğraşılarından, "ben" ve çevrenin karşıtlığı, başka bir anlatımla, nesne ile özne'nin ayrışımında sorunlar ortaya çıkmıştır.
Romantizm, yaratıcı esin kaynağını Antik Dünya'nın klasik kültür yapılarından değil, kişinin özünde duyu, duygu ve hayal gücünde bulur. Soyut temel ilkelerin karşısına, güvenli olmayan yaşam gerçeğini, doğa'nın durmayan kalp atışlarını ve tarihin dramatik akışını koyacak olursak, akılcı deneyimlerle tanınıp, kavranabilen ve yorumlanabilen bir dış dünya değil, kişinin üstüne etki yapan bir dış güçler toplamı olarak ortaya çıkarken, kişi de ona özgü tutumla bu etkiye karşı koymaktadır.
Artık sanatsal başarı, şimdiye kadar var olmayan yeni şeylerin bulunmasına değil, sanatçının kişi olarak kendini anlatmasında, kişiliğinin çok belirgin bir parçasını başka bir anlatımla, duygularını dile getirmesinde aranmaktadır.
Her konuda sürekli olarak "ben"e yönelme, yeni bir sanat anlayışı yaratacaktır. Sanatçı esin kaynağını duygularının alevinde almalıdır.
Immanuel Kant'a göre güzel sanat, "deha'nın sanatıdır." deha; taklidin, "bu ister bir dış gerçeklik, isterse nesnel bir güzelliğin taklidi olsun," karşısındadır. Sanatçı'nın kendi iç dünyası ancak bu tavır ve kararlılıkla oluşabilir. Johan Gottlieb Fichte, yaratıcı hayal gücünü tüm sanat alanlarının temeli sayar. Soylu bir biçimin ve ağırbaşlı bir içeriğin her türlü kişisel anlatımdan daha geçerli sayıldığı klasikci anlayışın tersine, Friedrich Schlegel, Novalis, Alexander von Humboldt gibi düşünürler, sanatı hayal gücünün bir yaratısı olarak görmektedirler. Stendhal' da "Antik güzellik modern tutkularla bağdaşmadığını" ileri sürmüştür.
Yaratıcılıkta bireyselliğin böylesine etkili bir biçimde vurgulanması, romantik sanatçının içinde bulunduğu ikilemi ortaya çıkartır. Yapıtları, anlaşılmak için, aynı duyarlılığı alıcının da paylaşmasını gerektirdiğinden, dar bir çevrede sınırlı kalır. Bu duruma bir de yükselmeye başlayan burjuva sınıfının maddi değerlere ilgi göstermesi, bir gelenek ve kültürünün olmaması, her türlü yapıta karşı duyarsız kalması eklenince, klasikçi sanatçının kendi hayalinde bile olsa yaşama hükmetmesine karşın, romantik sanatçının yaşamı karşısında her bakımdan yenik düşecektir.
Romantik dönemin sanatçısı bir yandan ona gözünü kapatan, neredeyse hor gören, bir yandan da değer verip övülen iki aşırı uç arasındadır. Bu toplumsal ikilem, romantik sanatçının olumsuz dünya görüşünü daha da keskinleştirir. Kendini ya bir kurban ya da bir başkaldırıcı olarak görmesine yol açar ki; böylece aşırı tutumlara yönelme başlar. Gerçeklikten kaçma ve aynı zamanda yüksek düzeyde bir güzelliğin yaratıcısı olmanın bilinci, kişiyi ya estetikçi bir tutuma ya da maceracılığa bu da olmazsa, içine kapanıklığa ya da devrimci tavırlar takınmaya yöneltir. Gerçek dünya ile duygular dünyası arasındaki gittikçe büyüyen uçurum sonunda sanatçıyı bir hayal dünyasına, geçmişe ilişkin özlemine, mistik-gerçekdışı alanlara doğru iter. Çözümleyemediği gerilimleri de, çoğu kez ya kişiliğinin tahrip olması ya da topluma saldırmasıyla sonuçlanır.
Modernizim de resim sanatı, soğuk ve cansız kalıplara ve zorlama duygulara başkaldırış olarak anılır. Klasik ağırbaşlılığın yerini, tutkulu bir hareketlilik alır. Çok ince ayrıntılara kadar işlenmiş peyzajlar, sarp dağ ya da sevimli vadi manzaraları duyulan hayranlık karşısında gerilemeye devam eder. Bu süreçte çizgi önem ve anlamını kaybederken, renk öne çıkar.
Sanatta modernizim, İspanya, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya da önemli ressamların öncülüğünde başlamış ve devam etmiştir.