Tarih, Tarih üstünde - Aydın Karacasu

İnsan etrafına şöyle bir baktığında İzmir'in bin yıllardır neden bu kadar önemli olduğunu ve birçok medeniyetin neden burada hüküm sürdüğünü anlaması çok da zor olmuyor. Verimli toprakları ve yumuşak hava şartları nedeniyle İzmir, tarih boyunca Anadolu'nun içlerine ve hatta Asya'ya giden yolda bir mihenk taşı olmuş. İşte günümüzde de İzmir'den birkaç saat için o kadar muhteşem yerlere gidebiliyorsunuz ki şaşarsınız. Bunlardan biri de Aydın'ın, İzmir merkeze yaklaşık 200 km. uzaklıktaki tarih kokan ilçesi Karacasu.
 
Tarih, Tarih Üstünde
Bu ilçe sınırları içerisinde Aphrodisias antik kenti bulunuyor. Aynı isimde birçok antik kent bulunsa da en önemlisi ve en büyüğü Karacasu'da bulunanıymış. Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli fotoğrafçılardan biri sayılan Ara Güler'in çabalarıyla gün ışığına çıkartılan antik kentte kazılar halen sürmekte. Her ne kadar ilçenin en önemli özelliği bu antik kent gibi lanse edilse de, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan ve şu an koruma altında olan otuza yakın konakta ilçenin göz bebeklerinden. Çok yakın zamanda İzmir'in en iyi seyahat ve yemek yazarları grubu ile buraya gerçekleştirdiğimiz günübirlik seyahatimiz gerçekten bir rüya gibi geçti.
 
Erken Kalkan Yol Alır
Bu seyahatimiz ilginç bir şekilde ne yemeğin ne de gezmenin ekseninde şekillendi, bu seferki amacımız, hikayeye göre haftanın son gününde ve ayın altısında toplanması gereken ökse otuydu. İşte geçirdiğimiz o güzel günün kısa bir özeti.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Alsancak Dostlar Fırını
Günümüz sabah 9:30 gibi İzmir'in en eski fırınlarından biri olan ve hala aktif olarak üretime devam eden Alsancak Dostlar Fırın’ının Kıbrıs Şehitleri Caddesi üzerinde açtığı kafe - fırında başladı. 67 yıllık deneyimin elinden çıkan boyozların enginarlısından ıspanaklısına, kadar her türlüsünü yumurta-peynir-çay üçlüsüyle beraber midemize indirdik. Her ne kadar sosyal medyada çok yemekle suçlansak da kendimizi Karacasu'daki Dandalos Otel'in yerel yemeklerine sakladık. :)

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Karacasu Köyü
Bu hafif kahvaltıdan sonra biraz dedikodu yaparak, biraz uyuklayarak biraz da aramızdaki tek rehber Serdar Bey'in yol boyunca geçtiğimiz antik kentler hakkında verdiği çok önemli bilgileri dinleyerek zeytin, narenciye ve çam ağaçlarıyla dolu yemyeşil yolların arasından Karacasu'ya vardık. Burada bizi Dandalos Otel'in diğer adıyla Küpelioğlu Konağı'nın sahibi sevgili Profesör Doktor Ali Küpelioğlu karşıladı. Konak koruma altında bir bina ve aslına sadık kalınarak restore edilmiş ve lüks bir otele dönüştürülmüş. Aphrodisias Antik Kenti özellikle yaz aylarında ciddi ziyaretçi aldığı için, yakın çevrede insanların konaklayabilecekleri bu tip yerler giderek artıyormuş.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gelelim burada tattığımız harika yemeklere. Masamızda çok güzel lezzetler vardı; iki tanesini de ilk defa burada tatma imkanı bulduk. Bunlardan biri bol sarımsaklı ve ekşili tadıyla çok lezzetli olan mantar turşusuyken diğeri de bence masadaki en lezzetli şeylerden biri olan isli yoğurttu. Yoğurdun mayalanmadan önce kaynatılarak dibinin tutturulması ile bu lezzet elde ediliyormuş. Sıcak olarak ise biberli mercimek çorbası ve Karacasu'ya has patlıcanlardan yapılmış patlıcan dolması yedik. Diğer patlıcanlara göre daha uzun ve ince olan bu patlıcan tipi tam da dolmalık. Karacasuluların bir başka şansları da çeşmelerinden akan Madran suyu. Bu su ile demlenen çayın tadı bir başka oluyormuş meğerse. Eğer yolunuz düşerse buradan bir çay içip, bir isli yoğurt yemeden dönmeyin deriz.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yaykın Zeytinlikleri
Meğerse Karacasu son yıllarda Ayvalık zeytinine rakip olmuş da haberimiz yokmuş. Türkiye'nin en iyi zeytinyağı meğer Yaykın Köyü'nden gelirmiş. Buranın halkı, tütüne gelen ekim kısıtlamasıyla zeytine yönelmiş. Yerel toprak sahiplerinin yanı sıra İstanbullu yatırımcılar da burada yatırım yapmış ve milyonlarca yeni zeytin ağacı dikmişler. Biz de Yaykın köyü civarındaki zeytinliklerde avare avare dolaştık, zeytin hasadını izledik ve zeytini sanki bir dostlarıymış da kırmamaya çalışırmış gibi özenle toplayan teyzelerle amcaları izledik. Bu mevsimde zeytin hasadı mı olurmuş demeyin, esas hasat aralık ayında oluyormuş buralarda, dev zeytin tanelerini gördükçe biz de inanamadık.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Sıra Ökse Otunda

Karınlar doydu, çaylar baklavalar yendi geldi sıra günün anlam ve önemine, yani ökse otuna. Dediğimiz gibi inanış bu ya, ökse otu haftanın son gününde ve ayın altısında toplanmalıymış, yani 6 Aralık 2015 Pazar! Nasıl da denk gelmiş değil mi? Dünyada ne toprakta ne de suda yaşamayan tek bitki olan ökse otu, kuşların dışkıları ile ağaçlara yerleşen bir parazit aslında. Özellikle elma ağaçlarını sevse de armut, söğüt, kavak veya meşe ağacında da görmek mümkün. Ağaçlar yapraklarını dökse de ökse otu dökmediği için bizimkisi gibi acemi gözler onu böyle daha kolay ayırıyor. Özellikle Antik Yunan ve Roma mitolojisi kaynaklı hikayelerle bilinse de aslında İskandinav ve Kelt mitolojisi ve hatta Hristiyanlık için çok önemli bir sembol. Kırmızı kurdelelerle Noel zamanı kapılara asılan işte bu bitki, ama bizim çiçekçilerde satılanlarla karıştırmayın zira onlar alelade bitkiler. Hikayeye göre, İskandinav Tanrısı Odin'in karısı Frigga, çok sevdiği oğlu Balder'in ölümsüz olması için suda, karada ve havada yaşayan tüm canlılara Balder'e zarar vermeyeceklerine dair söz verdirir. Gel gelelim, Frigga'nın ökse otunu gözden kaçırdığını fark eden Loki, bu ottan bir ok yapıp Balder'i öldürmeyi becerir. Frigga, o kadar çok ağlar, oğlunun dirilmesi için o kadar yalvarır ki, ökse otunda gözyaşlarının düştüğü yerlerde küçük çiçekler açar ve oğlu hayata döner. Bunun üzerine Frigga, sevincinden ökse otunun altında tüm canlıları tek tek öper. İşte o gün bugündür, ökse otu şans, mutluluk ve uğurla bağdaştırılır, altında öpüşmek de gelenek olmuştur.
 
 
Gruptaki herkes ökse otlarını topladıktan sonra rotayı gene Aydın'ın bir ilçesi olan Bozdoğan'daki Mikado Pide'ye kırdık. Günün yorgunluğunu burada attıktan sonra da dönüş yolculuğumuza başladık. Yazı her ne kadar kısa da olsa, ağaçların tepesinde ökse otu koşturduğumuz için yorulmuş ve yediğimiz manda kaymaklı bu harika pidelerden sonra hepimiz uyku moduna geçmiştik bile.