31 Eki 2018
Kardelen Uysal

Tiyatro Kalemi 6 Kasım'da Yeni Oyununun Prömiyerini Yapıyor!

Tiyatro Kalemi 2010 yılından beri ayakta kalmayı başaran bir tiyatro topluluğu. Topluma, toplumun sorunlarına, bireylerine, göremediklerimize dair hassas bir anlayışları var. Her şeyden önce birbirlerine değer veriyorlar. Yalnızca bir tarafın sorunlarını değil, 360 derecelik bir bakış açısıyla herkesin sorunlarına, yaşadıklarına ses olmaya çalışıyorlar. Kendilerinin Bazı Kadınlar adlı oyununu izlemiş ve bayılmıştım. Umarım yolları her daim açık olur. 

Bu sezon yeni oyunlarlarıyla sahnelerde olacaklar. Şarkıcı/Darbenin Ortasında adlı oyun ise 6 Kasım’da prömiyerini yapacak. Tiyatro Kalemi’ni Facebook, Instagram, Twitter, YouTube ve web siteleri üzerinden takip edebilirsiniz.

 

 

 

 

 

  Oyunlarda hep önemli konuların altını çiziyorsunuz. Yeri geliyor toplum içinde farklı rollere sıkışmış kadınları yeri geliyor teknolojinin bizi ne kadar yalnızlaştırdığını anlatıyorsunuz. Modern insanın sorunlarının ana kaynağında ne var? Ve siz neden bu sorunları işliyorsunuz?

Kamer Yıldız Ok: Sosyolojik olarak görüyorum bu dönemsel sorunları, dönem dönem irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. İzmir veya İstanbul bazında konuşursak 20’lerden başlayan bir durum. Her dönemde farklı bir siyaset anlayışı, kültürel yapı oluşuyor ve sosyal yapı bozuluyor. Modernize sorun dediğimiz zaman aslında evrensel insanın sorunu. Kaybetmeye yakın insanları işlemek bizim daha çok hoşumuza gidiyor. Bir adım sonrası uçurum ama bir adım öncesi de belki başka bir şey. Yaşamdan kopuk karakterleri sevmiyoruz biz Tiyatro Kalemi olarak.  Nefes alan, kanlı canlı, her gün yanımızdan geçen ama görmediğimiz, bakınca bir kısım insanın “ıyy” dediği ama bizim “aa acaba ne oldu, ne derdi var” diye düşünebileceğimiz karakterleri seviyoruz. Evet yalnızlaşmış insanlar, bazen kalabalığın içinde yalnızlaşmış insanlar bunlar ama en temelinde sürekli değişen toplum ve sosyolojik yapı diyorum buna.

 

Bazı Kadınlar adlı oyunda, kendi hayatının penceresinden bakmayı unutan kadınların hikayelerini izledik. Senin hayatında hiç böyle bir dönemin oldu mu?

Kamer Yıldız Ok: Çook, herkes gibi (gülüyor)… Dönem dönem oluyor, hala da devam ediyor.

Sıkışıp kaldığında nasıl kurtulabiliyorsun peki?

Kamer Yıldız Ok: Yeniden ve yeniden başka bir şey var ederek… Sıkıştığım noktada sıkıştığımı anlayıp kaçış noktası yaratıyorum. Bazen bir şiir, bazen bir şarkı, bazen bir karakter işe yarıyor. Hep oyun yazar gibi yaşamayı sevmiyorum. Bir dostumu arayıp ya da anneme gidip “anne gel içelim bugün” demek daha keyifli geliyor bana ya da dibine kadar yalnız kalmak, aç bir müzik dinle, ağla ağla rahatla.

Lale Başara: Bizim oyunculuğa başladığımız andan itibaren gözlem yeteneğimizi de geliştirmemiz gerekiyor. Kendi adıma ben diğer pencerelerdeki –metroda, otobüste giderken, bir kafede otururken, gece içerken- kadınları ve erkekleri gözlemliyorum. Bu yüzden Bazı Kadınlar oyunu da severek oynadığım bir oyun oldu. Başkalarının hayatlarına tanıklık etmek, başkalarının görünmeyen taraflarını hissetmek, fark etmek, öğrenebilmek çok ilgimi çekiyor. Daha ileriki rollerde de kullanabileceğim veriler elde etmiş oluyorum. Bilmiyorum biraz hırsızlık da sayılabilir insanların yaşamlarından küçük detayları kendi karakterlerimde kullanmak.

Sıkıştığımda bir şey üretmek o sıkışmışlığı aşmamı kolaylaştırıyor. Şarkı, şiir sanatsal herhangi bir aktivite tamam ama ona dair bir şey de üretebildiğimde bunalımdan sıyrıldığımı hissetmişimdir her zaman. Onun dışında kendi hayatlarımız ne kadar dolu, duyarlı, renkli, eğlenceli de olsa tek bir yaşantı, tek bir kimlik adı altında kaldığı için bir süre sonra sıkıcı gelmeye başlıyor. Hep bir başka hayata dokunmak, başka hayatı göstermek, yaşamak, yaşatmak ihtiyacı duyuyoruz. Bana neden oyuncu olduğumu sorduklarında aklıma ilk bu geliyor. Yani kendi olma halinden çıkmak ve binlerce insan, karakter, yapı, hikaye içinde varolabilmek büyük bir avantaj. Bu avantajı kullanıyorum oyuncu olarak.

 

 2010 yılından beri faaliyet gösteriyorsunuz. Sanatın bu kadar tartaklandığı bir ülkede 8 senedir ayakta kalmayı nasıl başardınız?

Kamer Yıldız Ok: Bizler gibi insanların bizim yanımızda durmasıyla başardık. 2010 yılında İstanbul’da kurulduğumuzda, Muharrem Yalçın “gelin burada çıkın, provayı da burada yapın” dediğinde Haymatlos Bar bizim sahnemize dönüştü. Muharrem bunun yolunu açtı bize. Biz bar tiyatrosu yapmıyorduk ama barda tiyatro yapıyorduk. Oradan Bigudi Club’a gittik, sabit sahne olarak orayı da belirledik. Oyunlarımızın karakterleri seks işçisi, uyuşturucu bağımlısı, eşcinsel karakterlerdi. Oradaki insanlara da ulaşabilmeye başladık bu sefer. 2012 senesinde biraz daha kısa filmlere yöneldik. 2013 senesinde Gülsen Tuncer şiir dinletilerinin  prodüksiyonu olmaya başladık. 2015 yılına kadar öyle ayakta kaldık. 2016 yılında da İzmir’e geldik zaten. Burada da toplama bir ekip gibi olduk. Lale ve Cemal tiyatroya başladığım yıllarda benim öykündüğüm insanlardı. İnsanı ve inancıyla ayakta kaldı Tiyatro Kalemi. Birarada kalabildiğin sürece tiyatroyu var edebiliyorsun. Tiyatro Kalemi’nin 8 sene önce söylemi “herkes farklı herkes eşit”ti. Hala da öyle devam ediyor bence.

Caner Arıkan: İnsanların inandığı şeyleri yaratmak da çok önemli. İnsan kendini övemez. Ben buraya yeni dahil oldum, yaptığı şeye inanmasam burada olmazdım. Kamer’in yazdığı oyunlar, tavrı, tiyatroya bakışı da hepimizi inandırıyor, hoşumuza gidiyor. Bunu sadece 8 sene boyunca sadece insanlardan destek alarak yapamaz bir insan. Kendi içinde bir tutarlılığı, bakışı, duruşu olması lazım sanata dair ki hayatta kalsın. Bence bunun anahtarı samimiyet ve özveri.

 

Lale Başara: Tiyatro dediğimiz şey aslında bir oyun, metin, oyuncular, yönetmenler değil sadece. Bir topluluktan söz ediyoruz. Belki bambaşka fikirleri, bakış açıları olan ama ortak noktaları tiyatroya ve tiyatronun geleceğe yapacağı yatırıma duyduğu umudu benzer olan insanlardan söz ediyoruz. Bu noktada o insanları biraraya toplamak, birarada tutmak, tüm farkılılıklarına rağmen, sanatın, tiyatronun iyileştirici tarafını onlarla da birlikte yaşamak ve yaşatmak bir grubu uzun soluklu hale getiriyor. Tiyatro Kalemi belki bu anlamda da önemli bir tiyatro. İstanbul’da başlamış olabilir ama temelleri İzmir’de atıldı. 2016 yılında ilk çocuk oyunuyla başlamıştık mesela. Buradaki ortak amaç uğruna biraraya gelmişlik duygusu ve dostluk çok önemli. Oyuncunun rahatlığını, oyundaki rahatlığını, oyuncunun ekonomik durumunu, insan olarak dertlerini, sorunlarını önemseyen bir yapı var burada. Buraya geldiğimiz andan itibaren değerinin bilindiği, yapmak istediklerin için sana kapılar açabilen, birlikte yürümek adına her şeyi yaşayabileceğin bir grubun içinde olduğunu biliyorsun. Böyle gidersek –ki gideceğiz zaten- İzmir’in ihtiyacı olan dayanan, direnen, büyüyen, söylemi ve duruşu olan bir grup olarak  devam edeceğiz. Bu küçük yerde toplanıyoruz ve inadına tiyatro yapmaya devam ediyoruz.

 

 

İzmir’de yaşadığınız zorluklar ve anvantajlar neler İstanbul’a göre?

Kamer Yıldız Ok: İstanbul pek çok zorluğun olduğu bir kent ama İstanbul kültürel anlamda çok zengin. Orada İstanbul bazında düşünürsek seyirci sıkıntısı yaşanmıyor. İstanbul’da 30 kişilik sahnenin de seyircisi var, 300 kişilik de, 1000 kişilik de… Sistemin içindeki insanlar diyebilirim İstanbul’daki insanlar için çünkü herkesin işi, yetişmesi gereken bir yeri, yaşaması gereken zor bir hayatı var ve bir sağaltıma ihtiyacı var İstanbul’un. Bunun kapılarından biri de tiyatro orada. Kimse tiyatroyu es geçmiyor. Alternatif tiyatrolar bazında İstanbul çok daha organize. Bir anlamda disiplinli bir kent. Alternatif ya da prodüksiyon tiyatroları birarada tutabilen bir şehir İstanbul.

İzmir’de yan sokağından haberdar değilsin. İzmir’de sürekli sağaltım yaşayabiliyorum. Tiyatro, İzmir’de bir yaşam biçimi değil bence ama İstanbul’da bir yaşam biçimi. Başka bir işte çalışırken bile tiyatro yapmak için çalışıyorsun. İzmir’de çok rahat yaşayabiliyorsun. İzmir’de de çok güzel sosyal ağlar kurulabiliyor, bu anlamda Akdeniz Akademi’nin çok güzel çalışmaları var. Otuzbeslik.com bunu yapmaya çalışıyor İzmir’de. Tiyatrolar burada biraz daha direk temasında olmalı. İzmir biraz daha bireysel. Tiyatrolar böyle olunca seyirci de böyle oluyor. Seyirciler de birbiriyle iletişime geçmiyor. İstanbul’da bir tiyatroya gittiğinde bir başka yerdeki oyundan da haberin olabiliyor ve hatta bilet alabiliyorsun. Ne kadar çok tiyatro birarada kolektifleşecek o zaman seyirci kolektif bilinçle oyunlarımızı izlemeye gelecek diye düşünüyorum.

Lale Başara: Sanatın bir yaşam biçimi olması çok önemli. Önemli bir insan grubu aslında devlet tiyatrolarını takip ediyor, konserleri vs takip ediyor. Ama Kamer’in de dediği gibi bu takip eden kesimin başka bir tiyatrodan haberi olmayabiliyor. Her tiyatro, büyük bir mücadeleyle verdiği emeğin, harcadığı çabanın karşılığını almak ve ayakta durmak için seyirciye ihtiyaç duyuyor ve kendi seyircisini oluşturmaya çalışıyor. Kendi seyircisini çoğalttığında tiyatroda izleyici kitlesi oluşturuyorsun ve bu kitle senin bir oyununa gelebilir. Oysa bu kitleyi kaçırmamak için bu kitlenin birçok oyuna gider hale gelmesi gerekiyor. Bunun için de tiyatroların birbirini desteklemesi ve seyircisini paylaşması gerekiyor.

 

Kamer Yıldız Ok: İzmir’de daha çok İstanbul’dan gelen tiyatrolara, ünlülere ilgi var. İzmir’de bir de “ben yerel tiyatroyum” söylemi de çok benimsenmiş durumda. Tiyatro evrenseldir. Evrensel değilsen zaten tiyatro değilsin.

Caner Arıkan: İstanbul seyircisi daha çok oyundan çıktığında aldığı hazla ilgileniyor. Burada iş biraz rakı masasında ülke kurtarmaya dönüyor. Daha suyun üzerinden bakıyorlar sanata.

 

Kamer, karı koca üretmenin avantajları neler?

Kamer Yıldız Ok: Ortak üretim Edip Ali diyebilirim. (gülüyor) Avantajları ve dezavantajları diye düşünmüyorum çünkü sürekli birlikte çalışıyor gibi görünsek de biz aslında birlikte çalışmıyoruz. Birimiz yazar, birimiz dramaturg, birimiz oyuncu.

 

Az önce siz sohbet ederken duydum. Yeni gelecek oyunda sağcısına da solcusuna da eşit derecede yer veriyor, alan açıyorsunuz. Genelde tek tip bakış açısı ile ilerliyor pek çok şey. Eşit şekilde yaklaşmayı nasıl başarıyorsunuz?

Kamer Yıldız Ok: Hala deniyoruz, başarmaya çalışıyoruz. Hepimizin içinde kendi inandığı belirli noktalar var. Daha objektif olmaya çalışıyoruz. Toplumsal dönüşümlerin insana yansımasına baktığımız zaman, 80 olayları bazında düşünürsek, sağın solun da asimile edildiğini kabul ettiğimizde eşit derecede yer alması gerektiğini düşündük Şarkıcı adlı oyunumuzda.  Kendimizi sağaltmaya, tarafsızlaşmaya çalışıyoruz. Daha vicdani bir noktaya gelmeye çalışıyoruz.

 

Cemal Aşkın Alpçetin: İnsanların da öyle görmesi için çaba göstermeye çalışıyoruz. Bir olayda biri yaralandığında, bir çocuk yaralandığında bile insanlar yardım ederken tereddüt yaşıyorlar “ya onlardansa ve yanlış anlaşılırsam” diye. Hayır öyle değil, orada yaralı bir insan var ve yardım edeceksin. Taraflı baktığında insan olmaktan çıkabiliyorsun.  

 

Caner Arıkan: İnsanlar Batman filmindeki Joker karakteri için “acaba haklı mı?” diye sorabiliyorlar. Bizim de dilimize yerleştirmemiz gereken şey bu.

 

Lale Başara: Sanatta, tiyatroda tabii ki bir duruşun, bir çizgin, yönelimin, söylemin vardır. Sanatla, tiyatroyla ilgileniyorsan hepsinin dışına çıkarak insanı olduğu gibi ele alıp, artısını ve eksisini de değerlendirerek objektif bir biçimde sunmak gerekiyor. Kişisel olarak farklı bakış açılarına sahip olabilirsin ancak sanatta kendi tarafını övmeye kalkışırsan sorumluluğunu yerine getiremezsin. Amacın tiyatro aracını kullanarak insanlara bir şeyleri anlatmak ve kendileri ile ilgili düşünme fırsatı vermekse o zaman tarafsızlığını koruman gerekiyor. Sağcı, solcu, ev kadını, sanatçı, hayat kadını, genel müdür… Hepsi insan ve insanın eksikliklerine, artılarına sahip olan varlıklar.

 

 

Yeni sezonda sahnelenecek oyunlardan bahseder misiniz?

Kamer Yıldız Ok: Şarkıcı Darbenin Ortasında adlı oyun Alaittin Eraslan Tiyatro Günleri’nde İzmir Sanat 20.30’da sahne alacak. Şarkıcı, 1980 yılında darbe sonrası sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemde, şarkı söylemeye devam edebilmek için hayat kadını vesikası almak zorunda kalan bir şarkıcının hikayesiyle başlıyor. Darbe bir metafora dönüşüyor. Oyunda asıl işlediğimiz pavyon, dönem ve o dönemin paslı adamları, kadınları diyelim. Gerisi oyunda. Kıpti Kumpanya, Bazı Kadınlar adlı oyunlarımız da devam edecek bu sezon. Karan’ın Mektubu adlı oyunumuz da sıradan bir yaşantı içinde yaşayan tamirci bir gencin, bir benzerlik sonucunda sorguya alınmasını ve sonrasında kendi yaşamını sorgulamasını konu ediniyor. O da bu sezonda oynayacak.  Dört oyunla ve çocuk oyunlarıyla devam ediyoruz yola.

 

Aşağıdaki videodan oyuna dair bir kesit izleyebilirsiniz.