Volkan Öktem: Hangi dönemin içinde büyüdüyseniz o dönemin parçası oluyorsunuz
Volkan Öktem, müzikle çok erken bir yaşta tanışan müzisyenlerden. Henüz 11 yaşında bateri çalmaya başlayan Öktem, Sezen Aksu, Fahir Atakoğlu, Nilüfer, Tarkan, Mirkelam, Ajda Pekkan gibi sanatçılarla çalıştı. Gruplar kurdu, pek çok grupla beraber çaldı. Caz müziğe ilgi duyunca Tuna Ötenel ve Janusz Szprot gibi sanatçılarla da çalışma olanağı buldu. Yamaha All Stars Europe'ta, Central Park'ta, Leverkusen Jazz Festivali'nde, Sunside Jazz Club-Paris'te sahneye çıktı. Yaptıkları saymakla bitmez.
Volkan Öktem'le mekan ile müzik arasındaki ilişkiyi, dönemin müziğine olan etkisini, kendi stilini buluşunu, farklı türlerdeki müziklerin yapı taşını bilmenin yarattığı olanakları, stüdyo kurulumunda dikkat ettiği noktaları ve korona dönemini konuştuk.
"Çaldığım şarkılardaki hakimiyetim doğrultusunda risk alarak yeni şeyler arama konusunda daha cesaretli davranıyorum."
Uzun yıllardır dünyanın birçok yerinde sahne aldınız, birçok ünlü ve başarılı isimle aynı sahneyi paylaştınız. Central Park’ta da konser verdiniz, Yamaha All Stars Europe sahnesinde de. Kendinizi en özgür hissettiğiniz alan hangisiydi? Mekan ile müzik arasında hissettiğiniz bir etkileşim var mı?
Aslında her sahne gelen izleyicinin enerjisiyle kendine göre farklılık gösteriyor. Aynı mekanda değişik projelerle çaldığımız zaman seyirciye göre monoton ya da enerjik sonuçlar çıkabiliyor. Biz her ne kadar çok keyif aldığımız müziğimizi yapsak da dinleyicinin ilgisi ve enerjisi ayrı sahnelere göre değişebiliyor. Genelde küçük mekanlarda bunun efektini daha güçlü hissedersiniz. Kendimi uzun süre çaldığım ve sürekliliği olan ekiplerde daha rahat hissediyorum. Çaldığım şarkılardaki hakimiyetim doğrultusunda risk alarak yeni şeyler arama konusunda daha cesaretli davranıyorum.
Müzik ve dönem arasında müzisyen üzerinde nasıl bir etki var? Seksenler döneminin bir parçasısınız. Dönemin müziğiniz üzerindeki yansımaları neler?
Hangi dönemin içinde büyüdüyseniz o dönemin parçası oluyorsunuz ama şunu görüyoruz ki bazı müzik tarzları var ki 80 kuşağından bile olsanız 60'lar döneminde yaşıyormuşsunuz gibi, caz ya da rock vesaire o döneme ait bir müzisyen gibi olabilirsiniz. Bu tamamen bünyenizin size sunduğu bir özellik. Ben 80'lere yetiştiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Harika melodilerin, müthiş konserlerin, albümlerin ve teknoloji dahil birçok alanda atılımların olduğu bir dönemdi. En basitinden örnek verecek olursam; kocaman bir ritim makinası taşımaktansa telefonumdan Click kullanmak ve hatta sound check ayarlarımı telefonumdan yapmak büyük bir lüks. Çok değil yakın geçmişe kadar CD Player kullanıyordum ve birçok VHS video kasedim hala evde duruyor. Bunun sonucunda gündemi de takip ettiğimiz için hem o dönem hem de eklenen yeni dönem tarzları ister istemez bestelerimize ve çalış stilimize katkıda bulunuyor, çok güzel bir karışım ortaya çıkıyor.
Kendi stilinizi nasıl buldunuz? Size ait besteleri yapışınız nasıl bir döneme denk düşüyor?
Kendi stilimi bulurken birçok değerli davulcu, enstrümanist ve albümden etkilendim. Bunda, tarzları ve gündemi yakından takip etmemin ve müzik dinlememin büyük etkisi var. '84 senesinde rock çalıyordum ama değişik stillere olan ilgim giderek arttı ve bugünkü stilim oluştu. Bunda detay duymanın çok önemi var. Bir albüm ya da bir şarkıdan herkesin öğrendiği veya faydalandığı şeyler farklılık gösterir. Ben dinlediğim bir albümden çok şey öğrenirken başka biri hiç etkilenmeyebilir. Bunlar herkesin yolunu belirleyen önemli ayrıntılardır. Çok fazla beste yapan biri değilim ama son iki yıldır albüm hazırlığım ile biraz ağırlık verdim ve bundan sonra da artarak daha fazla bu yönde çalışma yapmayı hedefliyorum. Melodi yaratmaya çalışmak zor ve bir o kadar da keyifli bir dünya. Bundan sonraki hedefimde daha fazla şarkı yazmaya çalışmak var.
"Her tarz ayrı bir dil ve bu stilleri öğrenerek o stili bilen müzisyenlerle aynı dili konuşmayı ve icra etmeyi öğreniyorsunuz."
Pek çok türdeki müzik tarzının yapı taşını oluşturan anlatımları bilmek müzisyene neler öğretiyor?
Çok şey öğreniyorsunuz. Her zaman söylüyorum; bir ya da birkaç enstrüman çalabilirsiniz ama müzik yapamayabilirsiniz. Bunun için müzik tarzının yapı taşını bilmek gerekir. Bunu bilmek, o müziğin formunu, teknik yapısını, kültürünü ve konuşma dilini öğrenmek anlamına geliyor ki bunlar, o tarzı çalabilmeniz için sahip olmanız gereken en önemli ögeler. Bunu, çalmak istediğiniz her tarz için yapmalısınız. Şöyle düşünün; her tarz ayrı bir dil ve siz bu stilleri öğrenerek o stili bilen müzisyenlerle aynı dili konuşmayı ve icra etmeyi öğreniyorsunuz. Bu arada bunu yapmak çok büyük emek istiyor tabii.
Stüdyonuzun kurulumunda nelere dikkat ettiniz? Üretim araçları yaratıcılığınızın yollarını sınırlandırıyor mu yoksa genişletiyor mu?
Stüdyom ilk başlarda sadece davul çalışma atölyemdi fakat zaman içinde gerek elektronik ekipman (Mikrofonlar vs.) gerekse kendimi kaydetmek için kullanacağım müzik programları dahil birçok materyali zamanla bir araya getirerek geliştirdiğim bir stüdyo haline geldi. Bunları yaparken iyi ses almaya ve kendimi iyi kaydetmeye özen göstererek yol aldım. Kullandığım ekipmandaki tüm araçlar kendimi müzikal dünyada doğru ifade edebilmem ve yaratıcılığımı sürdürmem için son derece değerli ekipmanlar ve kesinlikle hayat kolaylaştırıyorlar, kurtarıyorlar ve inanılmaz yardımcı oluyorlar.
MÖE adlı bir albüm çıkardınız. Quartet Muartet dönemlerine dek uzanan bir birlikteliğiniz vardı. Bu birlikteliğin getirdiği fırsatlar albüme yansıdı mı? Birbirinizden etkilenerek oluşturduğunuz formların sizin bestelerinize etkisi nasıl oldu? MadenÖktemErsönmez'den yeni bir albüm gelecek mi?
Sarp Maden ile çok eskiden beri, Alp Ersönmez ile birlikte MÖE grubundan önce Quartet Muartet ve Trio Mrio grubumuzun son döneminden bu yana beraberdik. Birlikte edinmiş olduğumuz uyum MÖE grubuna olumlu yansıdı. İlk başlarda bir yol arayışındaydık ve kesinlikle elektroniklerin de içinde olduğu değişik ve yeni bir şeyler yapmak istiyorduk. Bar konserleri ve provalar sayesinde kendimize bir yol bulduk ve bir albüm kaydettik. Bestelerin bazı bölümlerini her konserde başka şekilde çalıyorduk. Bu hepimiz için yeni ve heyecan verici bir durumdu. Şimdi bu yönümüzü daha fazla doğaçlamaya evrilterek ilerlemek istiyoruz. Tam yeni albüm için kolları sıvamıştık karantina başladı. Yani yeni albüm yolda.
Bir röportajınızda dünyada basit olan şeylerin her zaman daha fazla ilgi gördüğünü söylemişsiniz. Nedeni nedir sizce?
Çok sevilen melodilere dikkat ederseniz, 2-3 notadan oluşan ve fazla karmaşık olmayan kompozisyonlar olduğunu fark edersiniz. Bu tarz şeylerin insanlar tarafından daha kolay anlaşılabilir ve beğenilir olduğunu düşünüyorum.
Korona dönemi sizi ve müzik piyasasını nasıl etkiledi? Üretkenliğe bir etkisi oldu mu? Dijitalde verilen konserler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Korona dönemi her sektörü olduğu gibi müzik sektörünü de etkiledi. Zor bir dönem olsa da birçok müzisyenin yapmak istediği fakat zaman bulamamaktan dolayı yapamadığı şeyler için de fırsata dönüşen bir süreç olduğunu düşünüyorum, üretkenlik de buna dahil. Dijitalde verilen konserler bir yere kadar güzel ama bir yerden sonra canlı performanslardaki heyecanı arattığı için yetersiz olduğunu düşünüyorum. Gelişen dünyada önümüzdeki dönemde artarak bu olayın devam edeceğine eminim ama canlının yeri ayrı ve her zaman daha çok tercih edilen olacaktır.
Önümüzdeki günlerde sizi hangi projelerde göreceğiz?
Kaydetmiş olduğumuz henüz yayınlanmamış albümler var. Bunlardan biri benim kendi solo albümüm, diğeri Sonic Boom grubumuz (Elif Çağlar, Çağrı Sertel, Alp Ersönmez ve ben) ile beraber kaydettiğimiz grubun ilk teklisi Please adlı bestemiz. Bunun dışında İstanbul Superband ile uzun süre önce kaydettiğimiz Ömer Göksel’in albümü yolda ve Sarp Maden gibi birkaç müzisyen arkadaşımın solo albümleri de yakında duyacaklarınız arasında.