23 Mar 2018
Gülay Güler

Zeynep Vaizoğlu- Kendini bilmekten daha önemli bir gaye var mı?

Kendini bilmekten daha önemli bir gaye var mı?    

 

Kaynak: Düşünbil

 

Delfi'deki Apollon Tapınağı'nın alınlık denilen giriş kısmının hemen üzerinde NOSCE TE İPSUM: KENDİNİ BİL yazar.  

Bu söz hayatın anlamının belki de şifresidir.  

O zamanlar şifreyi görüp kendine ilke edinen insanların hayattaki en önemli gayeleri kendini tanımaktı. Zamanla yazının üzeri kapandı. Asıl meseleyi kaçırır olduk. İş temposu, şehir hayatı derken an'da olmak gibi kavramları unuttuk. Zeynep Vaizoğlu'yla tam da bu unutulmuşluğun ortasında karşılaştım. Kendisiyle yoga, bedeni kaçırmak, an'ı yakalamak üzerine derin bir sohbete koyulduk. Benim bu kavramları hatırlamaya çok ihtiyacım varmış, sizin de ihtiyacınız varsa buyurun, sohbetimize dahil olun.  

 Not: Zeynep Vaizoğlu düzenlediği Çakra Yoga atölyeleriyle insanlara kendi içlerine bakabilmelerini, yoga ile anı yaşamayı öğretmeyi amaçlıyor. 24 Mart Cumartesi Günü Urla Mavi Yoga'da 3. Çakra Yoga Atölyesini düzenleyecek, Nisan ayında da yine Mavi Yoga’da Bengü Şolcum ile keyifli bir yoga atölyeleri daha olacak. Sohbete oradan devam edebilirsiniz.  

 

 

Kaynak: Zeynep Vaizoğlu

 

Zeynep, yoga ile hayatın nasıl kesişti?  

Hayatımın çok kötü bir dönemiydi. Genelde böyle olur; insanlar yogaya kötü bir durumun içindeyken bir arayışla gelirler. Aslında kendilerini arıyorlar ama ilk başta farkında olmuyorlar. Benim de böyle başladı. Mutlu olmak için; onu içeyim, bunu yiyeyim, şunu alayım modundaydım ve bunun sürdürülebilir olmadığını fark ettim. Mutluluğun içeriden gelmesi gerektiğini, kendi kendime yetmem gerektiğini hissettim. Bir karar verdim ve yaşadığım yerden taşındım. Karşıyaka'da yaşıyordum, Alsancak'taki İzmir Yoga'ya başlamak istiyordum. Bilerek İzmir Yoga'ya çok yakın bir yere taşındım. Ne yaptığımı daha bilmeden derslere başladım...  

  

Yogadan önce neler yapıyordun?  

İç mimarlık okudum. Sürdürülebilir Mimarlık üzerine yüksek lisansımı İtalya'da tamamladım, iki sene orada yaşadım. Sonra İzmir'e döndüm ve burada çok bilinen bir mimarlık ofisinde çalıştım. Bu süreçte mimarlığın bana çok da uygun olmadığını anladım çünkü iş kapsamım satış ve pazarlama içeriyordu. Satış ve pazarlama içinde samimiyet olamıyor. Ben samimi biriyim ve pazarlama benim için yalan söylemek demek. Böyle bir becerimin olmadığını ve mutsuz olduğumu fark ettim. Sonrasında Ekonomi Üniversitesi'ne araştırma görevlisi olarak girdim. Tekrar yüksek lisansa başladım, bunu da bilerek istedim, bölümün adı Tasarım Çalışmaları'ydı ve teori öğreniyordum. Felsefe, temel sorgulamalar, insan mekan ilişkisi derken oradan konu bedene doğru yavaş yavaş gelmeye başlamıştı ama ben farkında değildim. Üniversiteyi seviyorum, gerçeklikten uzak bir ortamı var. Ortada patron ve satılması gereken bir ürün yok. Etkileşim üzerinden gidiliyor bir de öğretirken öğreniyorsun. Yogada da vurulduğum kısım bu oldu, sonsuza kadar öğrenmek. Yoga sayesinde akılla çalışıp öğrenmekten bedenle çalışıp bedenle öğrenmeye evrildim.    

"İşten çok sıkıldım, hadi kendimi doğaya vurayım, yogaya başlayayım." gibi olmadı. Zaten öğrenmeyi, öğretmeyi, öğrenci olmayı sevdiğimi fark etmiştim. Öğretmenim demeyi sevmiyorum ama yaptığım iş öğretmenlik aslında. Bir noktadan sonra felsefe, teorik bilgi, kağıt üzerinde yapılan projeler insanı sıkıştırıyor çünkü çok fazla zihinde kalıyoruz. Her şey beyinde ve soyut. Soyut şeyler, somuta indirgenemeyince hayatın somut tarafı da kaçıyor.  

Şehir yaşamında hiç fark etmiyoruz: Bir bedenimiz var ve bedenimizin çok net istekleri, yaptıkları ve yapamadıkları var. Zihinle yaptığımız her işte bedeni kaçırıyoruz. Bedeni kaçırdığın zaman yaşamın yüzde sekseni otomatikman kaçıyor.  

Bedeni kaçırdığın zaman kendinle de samimi olamıyorsun, kendinle samimi olamadığın için etrafındakilerle de samimi olamıyorsun.  Bir selfi çekip "Beğeni alabilecek miyim?" diye düşünmekten bulunduğun ortamın kokusunu, dokusunu, tadını kaçırıyorsun. Bu anın tadını çıkarabilmek için bedende olmak gerekiyor. Bu bana çok büyülü geldi çünkü ben hep kafayla, analitik zekayla algılayan biriydim. Zekamla okullar okudum, tezler yazdım ama geldim yoga stüdyosuna hiçbir şey yapamıyorum.  

Nasıl yani?  

Hiçbir şey yapamıyorum. Baya kaskatıyım, kalas gibiyim, tahta parçası gibiyim. Hiçbir şey yapamamak çok büyük bir tokat oldu tabii. Girdiğim pozların hiçbirinde evde değildim. İyi hissetmiyorum, rahat değilim, her yerim acıyor... O kadar hareketsiz ve bedeni dinlemediğim bir hayat yaşamışım ki bu tokat bana iyi geldi. 

 

  

Kaynak: Zeynep Vaizoğlu

 

Beslenme için tavsiyelerin var mı?  

Farkındalıkla, bedenle ilgilenmeye başlayınca; herkes kendi ile ilgi en iyiyi kendi biliyor, onu anladım. En doğru bilgi: İçeriden gelen bilgi. Başka birinden akıl almak, soru sormak güzel şeyler ama bütün bilgiyi kendi süzgecinden geçirip iyi gelip gelmediğine bakmak gerekiyor, uyanık olmak gerekiyor. Bu da devamlı burada olmaya çalışarak olabiliyor.  

Nasıl burada olabiliriz peki?  

"Burada ol, burada ol!" demekle olmuyor tabii ki. Nasıl diyeyim; kendini hissetmeye başlıyorsun. Kafana düşmüş bir düşüncenin peşinde sürüklenirken aynı zamanda bedenle de uğraşınca sürüklenip gitmenin bir seçim olduğunu fark ediyorsun. Zihin konuşurken (Eliyle bedeninin dışında bla bla işareti yapıyor.) sen bedeninde sakin kalabiliyorsun.   

  

Atölyelerinde neler öğretiyorsun?   

Ayda bir ya da iki kere hafta sonları temalı iki ya da üç saatlik dersler yapıyorum.  Amacım insanlara içlerine bakmayı öğretebilmek.   

Bunun formülü var mı?  

Pilates ile yoganın farkını sormadığın için çok mutluyum. Aslında bu sorun cevabında gizli formül. Bir şey yaparken tamamen o yaptığın şeyde olmak. Yediğimiz yemeğin, içtiğimiz suyun tadında olmamız gerekiyor. Kafanın başka yerde olmasını norm olarak kabul etmişiz. Yaptığımız şeyden başka hiçbir şey düşünmemek zaten bir meditasyon çeşidi. Yogada o mata ilk geldiğin zaman taklit yapıyorsun, hocaya bakıyorsun, orada hala zihin devrede oluyor. Zihin ezberlediğinde olay kas hafızasına geliyor. Kas hafızasında da " Bu hareket böyleymiş." demeye başladıktan sonra haraketli meditasyon olmaya başlıyor. "Yoga hareketli meditasyondur." diyorlar sonra millet de yogaya başlar başlamaz medite olacağını zannediyor. Öyle bir şey değil, yoga dans gibi bir şey. Öğrenmek gerekiyor, o yolu yürümek gerekiyor. Önce zihin algılayacak sonra beden algılayacak ondan sonra meditatif bir hal alıyor. Bir iki haftalık hafıza sürecini atlattıktan sonra hiçbir şey düşünmediğin, tamamen nefesini hissettiğin, bedenin seninle konuştuğunu duyduğun bir alana dönüşüyor. Bu insana hiç farkına varmadan anda kalmayı öğretiyor. Yine de bu işlerle uğraşan hiçbir insanın devamlı anda kalabildiğini düşünmüyorum çünkü bu bizim doğamıza ters. Biz hayal kurabilen, plan yapabilen varlıklarız. Hayal kurmak, plan yapmak anda kalamıyor olmak demek. Hayal kurman gerektiğinde kurmak, geri gelmen gerektiğinde gelebilmek ve bunun bir tercih haline gelebilmesi çok önemli. Tabii bu zaman alıyor. Ben bunu öğretmek istiyorum ve bunu çakra yoga üzerinden yapıyorum. Başka temalı derslerim de var.  

  

Kaynak: Zeynep Vaizoğlu

 

Nasıl bir ders işleyiş tarzın var?  

İki sene düzenli olarak İzmir Yoga'da dersler verdim. Dersleri değişik temalara sokmak istedim, her hafta aynı şeyi yapmak istemedim. Bunu insanlar seviyordu. Çeşitliliğin içinde yaşıyoruz, farklı şeyler yapmak gerekiyor. Ben de dahil çoğu kişi rutin bir disipline girmeye hazır değil. Aslında hep amaç ana gelmek, bedeni yoga matına getirmek. Ama her seferinde farklı bir role sokuyorum ve farklı bir dilde anlatıyorum. Bu rollerin her birinin bir dersi var. Bir şey oyun haline geldiği zaman hem çok çekici hem de öğretici oluyor. Oyun olarak öğrendiğimizde unutmuyoruz da. Ben bu şekilde öğrenebiliyorum ve ancak öğrendiğim bir şeyi öğretebildiğimi fark ettim.  

  

YOGA NEYE İHTİYACIN VARSA ONU BULMANI SAĞLIYOR 

  

 Hindistan'da yoga eğitimi aldın sanırım. Nasıl bir eğitimdi? Hindistan nasıldı?  

İtalya'da Hintli çok yakın arkadaşlarım vardı ve onların yemeklerini ve kültürlerini çok beğeniyordum. Hindistan'ın bana iyi geleceğini seziyordum. Hindistan'a bir haftalığına Holi Festivali'ne gittim ve fark ettim ki bu renk festivali; muhafazakar bir toplumun birbirine dokunma festivaliymiş. Orada gerçekten boyaları birbirine atmıyorlar, birbirlerine dokunuyorlar. İkinci gidişim arkadaşlarımın düğünü içindi. Zaten temel yoga eğitimimi almıştım, "Madem geldim, burada eğitim alayım." dedim. Goa'da Ashtanga Vinyasa stili yoga eğitimi aldım. Çok zorlandım, bu bahsettiğim stil zor bir stildir. Konuşmanın başında bahsettiğim kalaslığım aynen baki idi. Pek çok insan doğuştan benden çok daha esnektir. Matlarda ağlayarak, ayaklarım kanayarak, kan ter içinde bir ay geçirdim. Çok yorucu geçti benim için. Türkiye'ye döndüğümde bir anda bütün bedenim değişti. Eğitimin başında söylemişlerdi de ben inanmamıştım. Vücut toparlanma sürecinden sonra açılıyormuş. Beden değişince zihin de mutlaka değişiyor. Benim yumuşamaya ihtiyacım varmış ve ben daha yumuşak bir insana dönüştüm.  

Yoganın öyle bir büyüsü var: Neye ihtiyacın varsa onu buluyorsun.  

  

Yoga üzerine başka eğitimler aldın mı?  

İzmir Yoga'da öğrencilik yaptıktan sonra Zeliha Zerrin Albay'dan 200 saatlik eğitim aldım, Hindistan'da da 200 saatlik temel eğitim almıştım. Nicole Ohme'den 120 saatlik Vinyasa eğitimi aldım. Sonra da Devrim Akkaya’nın Meridyenler ve Yogada 5 Element eğitimine katıldım.

 

Son zamanlarda Mindfulness diye popüler bir kavram var. Kavramı biraz açabilir misin?  
Benim anladığım bunların hepsi "anda olmak" ile ilgili. Anda olmak mutluluk veriyor çünkü beslenebiliyorsun. Bazı insanlar işe şöyle yaklaşıyor: Yoga asanada bağ dokuyu esnetirken içerideki hücrelerde bir takım kimyasal reaksiyonlar oluyor ve bu reaksiyonlar neticesinde hücre yenilenmesi hızlanıyor, hızlandığı içinde daha fazla oksijen salgılanıyor ve kendini daha iyi hissetmene sebep oluyor. Zaten bu da bilimsel olarak kanıtlanmış bir bilgi. Evrensel enerji var, ben açıyorum o içime akıyor da diyen var, kafamda çok fazla düşünceler var yogada bu düşünceler azalıyor da diyen var. Hepsi mümkün, hepsi kabul. İstediğimiz tek şey her ne yoldan olursa olsun kendine gelebilmek. Hiç yoga yapmaya da bilirsiniz. Eşimle tanıştığımda çok şaşırmıştım. Kendine özgü bilgeliği olan biridir. "Ben bunları yoga yaparken öğrendim ama sen hayatında yoga yapmamışsın, sen nereden öğrendin?" dedim. Adam dedi ki "Ben bunu yaşarken, iş dünyasında öğrendim". Ben sanıyordum ki an'da kalmak, kendini dinlemek, ne istediğini bilmek sadece yoga ile öğrenilir. Halbuki bunu öğrenmenin binlerce yolu var. O yüzden yogayı çok yüksek mertebeye koyamıyorum. İhtiyacı olan geliyor. Bir arayış oluyor. Bu arayışa yoga uyuyorsa bu yolla öğreniyorsun, uymuyorsa başka yollardan öğreniyorsun.  

  
Yoğun iş temposunda yogayı hayatımıza nasıl sokacağız?  

Dinlenmeyi yogada yaparak. Dinlenmek illa koltukta yatmak değil. Telefona bakmak, kitap okumak hiç değil. Bunlarla dinlenmeyi özdeşleştirince sorun "Yogaya nasıl zaman bulacağız?" oluyor. Aslında zihnin dinlenmeye ihtiyacı var ve her zaman vakit var. Her şeyin başlangıcı zor. Bazıları yoganın büyüsüne kapılıyor, bazıları kapılmıyor. Biri iyi, biri kötü değil. İyi ile kötünün birbirine nasıl dönüştüğünü görünce artık "Bu iyi, bu kötü" diyemiyorsun. Hayat biraz zorlaşıyor çünkü kategorize edemiyorsun. İyi gelen şey yoga değil kendini bilmek, an'da kalmak. Bunun için horon tepersin, tahta oyarsın, boncuk dizersin fark etmez.  

  
Evde yoga yapmak isteyenler için neler önerebilirsin?  

Tibet Beşlisi'ni evde yapan çok insan var. O hareketleri tekrarlayarak içselleştirmek daha olası. Yoga denilince daha fazla hareket ve daha fazla süre olmalı diye düşünülüyor. Öyle olmasını istiyorsak; anın içine girebilmek için bazı şekilleri öğrenmiş olmak, nefesin nasıl akabileceğine aşına olmak gerekiyor ve bunu da oturtmak için en az bir yıl yoga dersi almak gerekiyor. Bir de şu var; grup dersleri her zaman daha şifalıdır. Orada kolektif bir enerji oluşuyor. O enerji öğretmen dahil herkesi besliyor. Bir topluluğun içinde bir sürü uyaran gelirken kendinde kalabilmeyi ve çevrendeki insanları yargılamamayı öğreniyorsun. "Yanımdakinin yaptığı kendi meselesi, benim yaptım benim meselem" onu öğreniyorsun. Hem topluluk içinde tek başına var olabileceğini, hem de topluluktan beslenebileceğini öğreniyorsun. Bence evde pratik yapmak o yüzden ileri bir aşama. Grup dersinde sana yardımcı olan ve güvenli bir alan yaratan bir eğitmen varken, evde tek başınasın.  "Ben şunu deneyeyim, nefesimi şöyle kullanayım." dediğimiz her zaman bir rehbere ihtiyacımız oluyor. Grup dersleri o yüzden daha faydalıdır.  

 

  

 

Çakra ne demek ve nasıl temizleniyor?  

Çakra temizlenmez, çakra dengelenir. Bence çakra, insanın o anki tekamülünün izin verdiği yere kadar dengeleniyor. Tamamen dengelenmiş bir çakra mümkün müdür, çok da emin değilim. 7 çakramız var bazıları daha dengeliyken bazıları daha dengesiz olabiliyor. Bu dengenin kaçık olması; çakranın çok ya da az çalışmasından da kaynaklanabilir. Bir çakra hem aşırı hem az da çalışıyor olabilir. Çakra bir tekerlek değil, bir sürü algılayamadığımız şeyi barındıran  bir enerji topu. Bu enerjinin içinde fiziksel dünyada karşılığı olmayan şeyler olabiliyor. Yapabileceğimiz en önemli şey  çakrayı temizlemek ya da dengelemek değil,  çakrayı, o enerjiyi  hissdebilmek.  

Bu cumartesi Urla Mavi Yoga'da 3. Çakra Atölyesi düzenleyeceğim. Üçüncü göz ve tepe çakrasını çalışacağız. Mavi Yoga'da ve başka yerlerde temalı atölyelerim olacak. Atölyelerimi Ay Yoga isimli Facebook sayfamdan takip edebilirler.