Bilge Keykubat: İyi, uzun, sağlıklı yaşam için temiz gıda gerekiyor
Ziraat mühendisi Bilge Keykubat çok yönlü insanlardan. Tarım ve Gıda Yazarı, tarım ve gıda araştırmacısı, tarım ve gıda marka uzmanı olan Keykubat, aynı zamanda zeytinyağı ve şarap tadımları da yapıyor. Yerel üreticiyi her fırsatta destekleyen Keykubat ile doğru tarım politikası ile adil bir dünya arasındaki ilişkiyi, iyi tarımı, Türkiye'nin tarım alanındaki potansiyellerini ve eksikliklerini, yerel üreticiyi destekleme yollarını, tarım alanında kurulan kooperatifleri ve kurucusu olduğu Apelasyon dergisini konuştuk.
Küresel nüfus arttıkça gelişmiş tarımsal üretime ihtiyaç duyulmakta. Çoğalan dünya nüfusunu iyi, zehirsiz tarımla beslemenin yolları neler?
Dünya felsefe olarak temiz tarım ve temiz gıda derken henüz Türkiye bu felsefeyi benimseyebilmiş durumda değil. Ne üreticisi ne de tüketicisi... Biz daha temiz tarım felsefesini benimseyememişken organik tarıma takılmanın çok da anlamı yok diye düşünüyorum. Temiz tarımı felsefe olarak benimsemek lazım. Ticari bir işletmeyseniz maalesef zirai ilaç ve kimyevi gübre kullanmak zorundasınız. Her ürün için kullanılan ruhsatlı zirai ilaçlar farklı ve bu ilaçları sadece gerçekten gerektiği zaman, ruhsatlı olanları ve dozunda kullanmak önemli.
Gelişmiş ülkeler bir ürünü almadan önce artık kendi kurallarını oluşturuyorlar. Yani alacakları tarım ürünleri için kendi istediği gereklilikler var. Aslında buna temiz ürün de diyebiliriz.
Yıllarca üretim yapılmış alanlarda organik tarıma geçildiğinde maalesef verim ister istemez bir miktar düşer. Yani organik tarımda ilk 3-4 yıl verim düşüklüğü yaşanır. Hem verimin düşmesi hem de bu organik ürünleri yurt içinde hak ettiği değerde satamamalarından dolayı üreticilerin kazancı azalıyor. Bu nedenle de uzun süreli sürdürülebilirlik pek mümkün olmuyor. Bizim ülkemizde organik ürünler pahalı. Tüketicilerin hem gelir seviyesi hem de felsefik yaklaşımları bu organik ürünlerin satılması açısından önemli.
Temiz ürün felsefesini hem üreticinin hem de tüketicinin benimsemesi gerekiyor.
Şu anki beslenme sistemleri ile dünyadaki açlığın bir ilgisi var mı? Doğru bir tarım politikası ile daha adil ve dengeli bir dünya mümkün müdür?
Bence var. Dünyada ciddi biçimde adil ve güvenilir gıda sorunu mevcut. Dünya nüfusunda 2 milyar aç insan var. Ben gıda yönetiminde bazı ülkelerin ciddi yönlendirici olduğunu düşünüyorum. Pandemi gösterdi ki gıdayı, tarımı elinde bulunduran her şeye hükmeder. Diğer şeyleri satın almaktan vazgeçebiliriz ancak yiyecek almadan duramayız. İnsanların mutlaka beslenmesi gerekiyor. Hatırlarsanız pandeminin ilk günlerinde deliler gibi marketlere saldırdık. Resmen marketleri yağmaladık.
Dünya ve tarım politikaları çok önemli, bunların da değişmesi gerekir. Gıdada para politikası olmaması gerekir diye düşünüyorum. Ürün pahallılığı kadar israf da ciddi bir sorun. Ülkeler tarımı ve gıdayı bir savaş aracı olarak kullanmakta. Böyle olunca da maalesef adil ve dengeli bir gıda dağılımından bahsedilemiyor.
Yerel ürün ve üreticiyi hangi yollarla destekleyebiliriz? Organik gıda etiketi ile satılan ürünler bazı ailelerin bütçelerini sarsabilmekte. O zaman ne yapmalı?
Pandemi döneminde bazı ülkelerdeki büyük marketler, yerel üreticiler için yerler ayırdı. Toplum destekli tarım grupları Facebook üzerinden hizmet sunmaya başladı. Yerel ve butik üreticilere özel web siteleri yapıldı. Bunları biz de ülkemizde uygulayabiliriz.
Bir süre önce Her Kuruma Bir Köy diye bir yazı yazmıştım, onu okuyabilirsiniz. Örneğin okullar bir köyle anlaşabilirler. Belli ürünler dahilinde anlaşma yapabilirler ve şartlarını söyleyebilirler. Hangi ilaçların kullanılacağını, kullanılmayacağını söyleyebilirler. Böylece o üreticiler istedikleri fiyata ürünlerini satabilecek ve alıcısı da hazır olacak. Aslında bu da bir çeşit toplum destekli tarım modeli.
Bence marketlere gittiğinizde yerel ürünleri satın almak istediğinizi söyleyebilirsiniz. Çok güzel ürünler üreten kişiler var ancak marketlerde bulamıyoruz. Tüketici olarak bunları satın alabilmeliyiz. Şu an ben butik ürünleri alıyorum. Şu süreç aslında yerel butik üreticiye çok ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Yerel üreticiler bu ülkeye ciddi kazanç sağladılar. Bu konuda bir tarım politikası oluşturulmalı. Biz tüketiciler de bunu talep etmeliyiz. Şimdi yeni nesil şarküteriler çıktı. Türkiye’nin farklı noktalarından ürünleri toplayıp satıyorlar. Bunların sayılarının artması gerekiyor.
Zengin florada çok sayıda tıbbi ve aromatik bitki bulunmakta. Buna rağmen yeterince yararlanılmıyor. Sistemin özneleri ve bireyler neler yapabilir bunun için? Nasıl yararlanabiliriz bu çeşitlilikten?
Yalnızca aromatik bitki değil tarım ürünleri konusunda çok zenginiz. Biz Türkiye olarak ham madde tedarikçisiyiz. Bu nedir? Kuru üzümü üretiyoruz, çuvalla satıyoruz. Bunu satın alan kişiler alıyor o kuru üzümü müslinin içine katıyor, ekmeğin içine katıyor, pastanın içine katıyor ve bize geri satıyor. Biz diyelim ki bunu 1 liraya satıyorsak o bize 10 liraya satıyor. Türk zeytinyağını alıp Amerika’da, İtalya’da benim markam diye satan firmalar var. Ham madde tedarikçiliğinden kurtulmamız lazım, bunun için de insanların araştırma yapmaları gerekiyor. Örneğin biz kekiği kuru kekik olarak satıyoruz. Onun yerine ben olsam yağını, suyunu çıkarırım, farklı bileşenlerini çıkarır onları satarım. Manisa Ovası üzüm denizidir. Dünyanın üzüm denizlerinden biridir. Orada bir tane pekmez ya da sirke fabrikası yok maalesef. Denizli’de en iyi çekirdekli üzümler yetişir. Yurt dışında bu çekirdeklerle vinoterapi yaparlar. Biz bunu değerlendirmiyoruz. Yine başka bir örnek; zeytin yaprağının özütünü çıkarırlar, bununla zengin insanların arabalarının deri koltukları, cüzdanları, kemerleri kaplanır. Bizim bunları araştırmamız gerekiyor. Tarımla biz dünyayı yönetebiliriz çünkü topraklarımız çok zengin, çok verimli.
İyi, uzun ve sağlıklı yaşam için temiz gıda gerekiyor. Bunun en önemli hususlardan biri de tıbbi aromatik bitkiler. Örneğin ben evde bitkileri alkol içinde bekleterek tentür denen sıvılarını çıkarıyorum. Sabahları bunları içiyorum. Bunu biz neden bir marka haline getirip satmayalım?
Markalaşamama bizim tarım ve gıda konusundaki en büyük sıkıntımız. Hikaye yaratamıyoruz, pazarlayamıyoruz. Markalaşabilen ürünler ayakta kalıyor. Bizim üretmemiz, hikaye yaratmamız, markalaşmamız ve pazarlamamız gerekiyor. Böylece iş gücü de yaratılmış olacak.
Avustralya’da tarımda robotlar çalışıyor. Elma toplayan robot da var, tarlaları tarayıp tek tek bitkileri ilaçlayan robot da. İnsan emeği ve tarımsal gelişmeler açısından robotların bu alanda çalıştırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Akıllı tarıma geçmek zorundayız. Bizim tarım ürünlerimizin işçilik maliyeti çok yüksek ancak kaliteli olması da el işçiliğine bağlı. Makineleşmek, insansız hava araçlarını kullanmak, uydularla bazı şeyleri takip etmek, çapalama işlemleri, sıra üstü dikimler, sulamalar… Bunların yapılması lazım. Bizim çiftçimiz küçük çiftçi. Yirmi dönüm arazisi olan da yüz dönüm arazisi olan da çiftçilik yapıyor. Yıllar önce yurt dışından bir misafirimiz gelmişti. 10 bin dönümlük pamuk yetişen araziyle üç kişi ilgileniyor makineler aracılığıyla. Bizim ülkemizde araç maliyetleri de yüksek.
On veya yirmi dönüm arazisi olan kişi nasıl makineleşsin? Tarım alanlarımızı büyütmeye çalışıyoruz. İşte bu noktada da önümüze kooperatifleşme çıkıyor. Kooperatif olarak alet edavatı alabilirsiniz ancak bizim ülkede kooperatiflerde kim başkan olacak tartışmaları yaşanıyor. Tüm köylerde kooperatif mevcuttur ancak neredeyse bunların çok önemli bir kısmında başkanlık tartışması yaşanır.
Ancak akıllı tarıma geçmemiz şart. Dağda, bahçede, bayırda gezerken genelde benim internetim çekmiyor. İnternetin çekmediği bir yerde tarımda dijitalleşme ve makineleşme nasıl olur bilemiyorum.
Tarım Bakanlığımız da bu konuda üreticiyi destekliyor ve bu alanda yatırımlar yapmaya çalışıyor.
Bence makineleşmede ürün kalitesi biraz bozuluyor. Bir diğer konu da şu; işsizliğin yüksek seviyelerde olduğu günümüzde tarım da makineleşince boşa çıkan iş gücünü nerede kullanacağımızı iyi değerlendirmek lazım. Ham madde tedarikçiliğinden çıkıp tarımsal sanayileşmeye döndüğümüz an iş gücü de yaratmış olacağız. Güçlü olmak için sanayileşmek zorundayız. Güçlü olmak için tarıma ve gıdaya daha fazla öncelik vermek zorundayız.
Kadın kooperatiflerinin avantajlarından ve dezavantajlarından bahseder misiniz?
Kooperatifleşme çok önemli çünkü küçük üreticinin elini destekliyor. Yurt dışındaki kooperatifler o kadar güçlü ki bizim ülkemizin en güçlü holdinglerinden daha güçlüler. Kooperatiflerin en önemli amacı da üretim maliyetini düşürmek. Tek başına gübre, makine almak yerine yüz kişiyle almak çok daha düşük maliyetli.
Ülkemizde kadın kooperatifleri sesini duyurmaya başladı. Beş sene önce tarımsal kadın kooperatifinin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu, şimdi ise sayıları ülke genelinde iki yüzü geçti. Geçtiğimiz günlerde Instagram’da yaptığım canlı yayın öncesinde bir kooperatifin kadın üyeleriyle sohbet ettim. Oradaki bir hanımefendi kooperatif sayesinde eşinden izin almadan sokağa çıkabildiğini söyledi. İzmir’deki bir kadın bunu söylüyor. Kooperatifler İzmir gibi bir yerde bile kadınların sokağa çıkması için araç olmuş durumda. Bu hem çok üzücü hem de iyi bir durum. O kadın bu sayede para kazanıyor, dik duruyor. Aslında kadın kooperatiflerine karşıyım çünkü tarımın cinsiyeti yoktur; kooperatif birlik olmaktır, cinsiyeti yoktur. Bizim ülkemizde hala kadına yeterince değer verilmemekte. Benim bu konudaki felsefem şudur; “Sözde değil özde destekten yanayım. Bir gün değil tüm yıl destekten yanayım.”
Çocuk zeytinyağı tadımcıları projesi oldukça radikal. Bir çocuğun eğitmen olabileceği bir projeden bahsediyoruz. Peki çocukların tadım konusunda küçük yaşta eğitim almaları neden bu kadar önemli?
Profesyonel anlamda zeytinyağı tadımcılığı yapıyorum, altı yıldır eğitimler alıyoruz. İspanya’dan gelen uluslararası eğitmenler bize eğitim verdiler ve biz onların sınavını geçerek panelist olma hakkını kazandık.
Tatmak insanın zihnini açıyor. Siz tadı aldığınızda, kokuyu aldığınızda düşünüyorsunuz. Burnu, ağzı, damağı, dili birlikte çalıştırıyorsunuz ve zinde kalıyorsunuz. İki günde bir mutlaka tadım yapıyorum. Tadımcılık antrenmanla geliştirilen bir şey. Benim oğlum Türkiye’nin ilk zeytinyağı tadımı eğitimcisi olabilir, aldığım eğitimi ona veriyorum. Bir restorana gittiğimizde salataya dökülen zeytinyağı bayat diyerek yemek istemeyen bir çocuk oldu bu eğitim sayesinde. Bu onun gelecekte bir meslek sahibi olmasını sağlayabilir. Günümüzde dünyada tadım gerçekten çok önemli, bizim ülkemizde de önemli olması gerekiyor. Örneğin zeytinyağı, şarap, balzamik sirke, nar ekşisi, çikolata tadımcılığı gibi tadımcılıklar mevcut. Oğlum şu an yedinci sınıfta. Okul yönetimi de destek oldu. Önümüzdeki sene arkadaşlarına zeytinyağı tadım eğitimi verecek. Tabii ki yanında ben de olacağım. Bu sayede farklı bir bakış açısı da geliştiriyor. Damak tadına uygun yağı seçebildiğini söylüyor şu anda. Tüm çocuklar bunu öğrenebilir. Oğlum Emre şu an ortalıkta tadımcıyım diye gezinen pek çok kişiden daha iyi tadım yapıyor. Çocuklar çok saf, çok temiz. Doğruyu baştan öğreniyor. Benim altı, yedi günde çıkardığım kokuyu o daha hızlı çözebiliyor. Türkiye dünyanın en iyi zeytinyağlarını üretiyor. Bunun pazarlanması için de iyi tadımcılara, iyi şeflere, iyi hikayeye ve markalaşmaya ihtiyaç var.
Apelasyon dergisinin kuruluş hikayesinden, amaçlarından bahseder misiniz?
Argun Tanrıveri ile yıllar önce şarap tadımları yapıyorduk. Bu tadımlara da şöyle bir koşul getirdik: Tadımlar ücretsiz olacak ancak katılımcılar uzman oldukları alanlardaki bilgilerini bizimle sunum yaparak paylaşacaklar. O dönemde elimizde pek çok sunum birikti. Aslında biz bilgi takası yaptık. Kimisi tarih, kimisi felsefe anlattı. Biz de bilmediğimiz konularda hap bilgilere sahip olduk. Bu biriken bilgilerle bir blog açtık. İkinci ayında bize yazı akmaya başladı ve dergiye döndük. Şu an 250 yazarımız var ve 7 yıldır her ayın birinde dergimizin yeni sayısı yayında. Dergimizin web sitesi www.apelasyon.com. E-dergi formatında olup uluslararası ISSN numarası alan tek dergiyiz.
Dergimiz gönüllülük esasıyla ilerliyor. Tarım ve gıda alanında bu kadar zengin içeriğe sahip başka bir dergi olmadığı için de dergi tuttu. Tutması için bazı taktikler kullandık. Türkiye’deki gıda ve ziraat fakültelerinden yazı topladık, Apelasyon Kampüs diye bir bölüm oluşturduk. Genç arkadaşlarımız dergiyi kişisel sosyal medya hesaplarından paylaştı ve üniversite öğrencileri takip etmeye başladı. Üniversitelerde okuyan arkadaşlarımız hazırladıkları yazıları önce hocalarına onaylattırıyorlar, sonrasında Apelasyon’da yayınlıyoruz. Bu genç arkadaşlarımıza bazen iş, bazen staj, bazen burs sağlıyoruz. Apelasyon sayesinde kendilerine bir çevre oluşturuyorlar. Daha önce yayınlanmış makaleleri de kabul etmiyoruz. Dergide tüm yazılar kopyalanabilir. Kapımız, çalan herkese açık. Bu yıl yedinci yılımız. Bu dergi sayesinde ulusal gazetelere geçiş yapan, ulusal televizyonlarda programcı olarak iş bulan arkadaşlarımız oldu. Ayrıca etik çerçeveler içerisinde pek çok insanın ve kurumun tanıtımını yaptık.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ülkemiz dünyanın en verimli topraklarına ve iklimine sahip. Tüm dünyada adil ve güvenilir gıdada sıkıntı mevcut. Biz tarım ve gıda alanında sanayileşmek zorundayız katma değer kazandırmak, iş alanı yaratmak istiyorsak bunu yapmak zorundayız. Bunu yaparsak ülkenin tüm ihtiyaçları karışılanır, tarım ve gıda sanayisi her şeyi çözer.
Tarım ve gıdada markalaşma, hikaye anlatımı, pazarlama çok önemli. Ayrıca tanıtım kanalı olarak da sosyal medyayı doğru kullanmamız önemli. Firmalarımız sosyal medyayı iyi ve doğru kullanamıyor. Bu yüzden de doğru hamleyi yapamıyorlar. Tarım ve gıda sektörünün sosyal medyayı doğru kullanan kişilere ihtiyacı var. Bizim ülkemizde herkes her şeyi biliyor gibi davranıyor. Sosyal medya eğitimi çok önemli. Güçlü olduğun konuyla ilgili iz bırakmak çok önemli.
Bilge Keykubat'ı Instagram hesabından takip edebilirsiniz.
Apelasyon dergisini okumak için web sitesini ziyaret edebilir, dergiyi Twitter üzerinden takibe alabilirsiniz.